Kadının Tanımladığı Kadın Kimliği

MENU

Kadının Tanımladığı Kadın Kimliği

Çeviren: Ar. Gör. Tuana Öztunçel
Radicalesbians1 tarafından (1970)

Lezbiyen aktivistler, lezbiyen konuşmacıların Kongre'den dışlanmasını protesto etmek için New York'taki Kadınları Birleştirmek için İkinci Kongre'de bir "zap"2 düzenlediler ve Rita Mae Brown ve Artemis March'ın da dahil olduğu bir grup tarafından yazılmış bu manifestonun kopyalarını dağıttılar.

Lezbiyen nedir? Lezbiyen, tüm kadınların patlama noktasına ulaşacak kadar yoğunlaşan öfkesidir. O, genellikle oldukça erken yaşlardan itibaren –belki o zaman ama kesinlikle daha sonra- toplumun ona izin verdiğinden daha tamamlanmış ve daha özgür bir insan olabilmek için içsel dürtüleriyle hareket eden kadındır. Bu ihtiyaçlar ve eylemler, yıllar boyunca onu insanlarla, vazifelerle, kabul edilen düşünce, duygu ve davranış biçimleriyle sancılı çatışmalara sokmuş; çevresindeki her şeyle ve genellikle kendi kendisiyle sürekli bir savaşa sürüklemiştir. Kendisi için kişisel zorunluluk olarak başlayan bu durumun politik sonuçlarının tam olarak bilincinde olmayabilir, ancak bir düzeyde, toplumda en temel rol olan kadın rolü tarafından kendisine getirilen sınırlamaları ve baskıyı kabul edememiştir. Deneyimlediği kargaşa, toplumsal beklentileri karşılamadığını hissetme derecesi ile orantılı olarak suçluluk duymaya meyletmesine sebep olur ve/veya onu sonunda, toplumun geri kalanının az çok neleri kabul ettiğini sorgulamaya ve analiz etmeye iter. Kendi yaşam biçimini geliştirmeye zorlanır, genellikle yaşamının çoğunu yalnız yaşar, (evlilik mitinin gizlediği) yaşamın temel yalnızlığını ve yanılsamalar hakkındaki gerçekliği "düzcinsel" (heteroseksüel) kız kardeşlerinden çok daha erken öğrenir. Kadın olmanın getirdiği zorlu toplumsallaşmayı dışarı atamadığı ölçüde, kendisiyle asla tam anlamıyla huzur bulamaz. Çünkü toplumun kendisi hakkındaki düşüncesini kabul etmek - ki aksi takdirde kendini kabul edemez - ile bu cinsiyetçi toplumun kendisine ne yaptığını ve bunu yapmasının onun için neden işlevsel ve gerekli olduğunu anlamak arasında bir yerde kalmıştır. Bu kavrayışa ulaşanlarımız, belki de onlarca yıl sürmüş bir gecede, dolambaçlı bir yolculuğun diğer tarafında buluyoruz kendimizi. O yolculuktan kazanılan bakış açısı, benliğin özgürleşmesi, iç huzur, benliğin ve tüm kadınların gerçek sevgisi, tüm kadınlarla paylaşılması gereken bir şey, çünkü hepimiz kadınız.

Öncelikle, erkek eşcinselliği gibi lezbiyenliğin de, yalnızca sabit cinsiyet rolleriyle karakterize edilen ve erkek üstünlüğünün egemen olduğu cinsiyetçi bir toplumda mümkün olan bir davranış kategorisi olduğu anlaşılmalıdır. Bu cinsiyet rolleri, bizi erkeklerin yönetici kastıyla ilişkili olarak destekleyici/hizmet eden bir kast olarak tanımlayarak kadınları insanlıktan çıkartır ve erkeklerden, ekonomik/politik/askeri işlevlerini etkili bir şekilde yerine getirebilmeleri için kendi bedenleri ve hislerine yabancılaşmalarını talep ederek onları duygusal olarak sakatlar. Eşcinsellik, cinsiyet temelinde belirli bir şekilde kurulan rollerin (onaylanan davranış kalıplarının) bir yan ürünüdür; bu itibarla sahte (“gerçeklikle” uyumlu olmayan) bir kategoridir. Erkeklerin kadınları tahakküm altına almadığı ve cinsel dışavurumların hisleri izlemesine izin verilen bir toplumda, homoseksüellik ve heteroseksüellik kategorileri ortadan kalkacaktır.

Ancak lezbiyenlik, erkek eşcinselliğinden de farklıdır ve toplumda farklı bir işlev görür. Her ikisi de toplumsal olarak atanan cinsiyet rolünüzü oynamadığınızı ve bu nedenle “gerçek bir erkek” veya “gerçek bir kadın” olmadığınızı ima etse de "dayk"3, "ibne"den farklı bir tür küçümsemedir. Erkek fatma (tomboy) için duyulan isteksiz hayranlık ve efemine bir oğlanın etrafında hissedilen mide bulantısı aynı şeye işaret eder: Kadınların ya da kadın rolü oynayanların aşağılanması. Üstelik kadınları bu aşağılayıcı rolde tutmak için yapılan yatırım çok büyüktür. Lezbiyen bir kelimedir, etikettir, kadınları hizada tutan durumdur. Bir kadın, bu kelimenin kendisine yönelik kullanıldığını duyduğunda, çizgiyi aştığını anlar. Cinsiyet rolünün korkunç sınırını aştığını bilir. Geri çekilir, itiraz eder, onay almak için eylemlerini yeniden şekillendirir. Lezbiyen, erkeğin eşiti olmaya cüret eden, onun ayrıcalıklarına (bütün kadınların erkekler arasında bir mübadele aracı olarak görülmesi de dahil) meydan okumaya cesaret eden, kendi ihtiyaçlarının önceliğini savunmaya yeltenen herhangi bir kadının üzerine yapıştırılmak için Erkek tarafından icat edilen bir etikettir. Kadın özgürleşme hareketinde aktif olan kişilere bu etiketin yapıştırılması uzun bir tarihin sadece en yeni örneğidir; yaşça daha büyük kadınlar, çok da uzak olmayan bir tarihte; başarılı, bağımsız, tüm hayatını bir erkeğe yöneltmemiş herhangi bir kadının bu kelimeyi duyduğunu hatırlayacaktır. Çünkü bu cinsiyetçi toplumda bir kadının bağımsız olması, kadın olamayacağı anlamına gelir – o olsa olsa bir dayktır. Bu, başlı başına bize kadınların bulunduğu yeri ifade eder. Kadın ve bireyin çelişkili kavramlar olduğunu ifade edilebilecek en açık şekliyle söyler. Bu yüzden bir lezbiyen “gerçek bir kadın” olarak değerlendirilmez. Yine de, popüler düşüncede, lezbiyen ve diğer kadınlar arasında gerçekten tek bir temel fark vardır: cinsel yönelim - yani, tüm ambalajları çıkardığınızda, sonunda "kadın" olmanın özünün erkekler tarafından becerilmek olduğunu fark edersiniz.

"Lezbiyen" erkeklerin insanlığı ayırdığı cinsel kategorilerden biridir. Bütün kadınlar seks objeleri haline getirilip insanlıktan çıkartılırken, erkeklerin objesi olmaları karşılığında onlara belirli mükafatlar verilir: erkeğin gücüyle, imajıyla, itibarıyla özdeşleşme, (diğer erkeklere karşı) korunma, “gerçek bir kadın” gibi hissetme, görevine bağlı kalarak toplumsal kabul kazanma vb. Bir kadın başka bir kadınla yüzleşerek kendisiyle yüzleşirse, insanlıktan çıkartılma durumunun şiddetli dehşetinden kaçınmanın ussallaştırması ve olumsuz etkilerin azaltılması daha zordur. Bu noktada, pek çok kadının, bir kadın tarafından cinsel obje olarak kullanılmaya yönelik ağır basan korkusunu buluruz, çünkü bu durum ona erkeklerle bağlantılı hiçbir mükafat getirmemekle kalmaz, aynı zamanda kadının gerçek durumu olan yoksunluğu da ortaya çıkarır. Bu insanlıktan çıkarma, heteroseksüel bir kadın, kız kardeşinin lezbiyen olduğunu öğrendiğinde açığa çıkar; Lezbiyen kız kardeşiyle potansiyel seks nesnesi olarak ilişki kurmaya başlar ve lezbiyene vekil bir erkek rolü yükler. Böylece cinsellik potensiyel olarak bir ilişkiye dahil olduğunda kadının kendisini bir nesne haline getirmesine yönelik heteroseksüel koşullanması açığa çıkar ve lezbiyenin tüm insanlığı reddedilir. Kadınların, özellikle hareketin içindeki kadınların, lezbiyen kız kardeşlerini bu eril rol tanımları ile algılaması; eril kültürel koşullanmayı kabul ettikleri ve kız kardeşlerine erkeklerin kendilerine gösterdiği kadar baskı uyguladıkları anlamına gelir. Bütün kadınları, başka bir insan kategorisiyle aralarındaki cinsel ilişki üzerinden tanımlayan eril sınıflandırma sistemini kullanmaya devam mı edeceğiz? Yalnızca birey olmayı arzulayan bir kadını değil, kadınlar arasında gerçek aşkı, gerçek dayanışmayı, kedinler için önceliğe sahip herhangi bir durumu lezbiyenlik olarak etiketlemek, kadınlar arasında ayrım yaratmanın ilk şeklidir: kadınları feminen rolün sınırları içinde tutar ve kötüleyici/korkutucu bu adlandırma bizi kendi aramızda herhangi bir öncelikli bağlılık, grup ya da topluluk kurmaktan alıkoyar.

Hareketteki kadınlar, çoğu durumda, lezbiyenlik meselesini tartışmaktan ve bununla yüzleşmekten kaçınmak için büyük çaba harcadılar. Bu konu insanları gerginleştirir. Kadınlar değişime kapalılar, konuyu baştan savmaya ya da “daha kapsamlı bir sorunun” bünyesine eritmeye çalışıyorlar. Konuşmamayı tercih ediyorlar. Zorunda kalınca 'lavanta tehdidi’4diyerek bir kenara atmaya çalışıyorlar. Ama bu ikincil bir mesele değil. Bu konunun ele alınması, kadın özgürlük hareketinin başarısı ve gerçekleşmesi için kesinlikle gerekli. Dayk etiketi, kadınları daha az militan bir tavır almaları için korkutmak, kız kardeşlerinden ayrı tutmak, erkekler ve aileden başka bir şeye öncelik vermekten alıkoymak için kullanılabildiği sürece - kadın eril kültür tarafından kontrol edilir. Kadınlar, birbirlerinde cinsel aşkı içeren temel bir bağlılık olasılığını görene kadar, kendilerini erkeklere kolayca bağladıkları sevgiden ve değerden mahrum edecekler, böylece ikinci sınıf pozisyonlarını teyit edecekler. Erkeklerin onayı -hem tek tek kadınlar hem de bir bütün olarak hareket için- birincil olduğu sürece, lezbiyen terimi kadınlara karşı etkili bir şekilde kullanılacak. Kadınlar sistem içinde daha fazla ayrıcalık istedikleri sürece belirli bir noktaya kadar erkek gücünü kışkırtmak istemiyorlar. Bunun yerine kadınların özgürlüğü için kabul edilebilir olmayı amaçlıyorlar ve kabul edilebilirliğin en elzem yönü lezbiyenliği reddetmek başka bir deyişle kadınlığın kökenine yönelik herhangi bir esaslı meydan okumayı reddetmek.

Bazı genç, daha radikal kadınların gerçekten de lezbiyenliği tartışmaya başladıkları belirtilmeli ancak konu şimdiye kadar esasen erkeklerle yaşanacak cinselliğe bir “alternatif” olarak ele alındı. Bu yaklaşım her halükarda hala erkekleri öncelemek anlamına geliyor, hem bir kadınla daha bütünlüklü bir ilişki kurma düşüncesi erkeğe negatif bir tepki olarak görüldüğü hem de lezbiyen ilişkiler basitçe cinsellik üzerinden karakterize edildiği için ayırıcı ve cinsiyetçi. Hem kişisel hem de politik düzeyde, kadınlar erkeklerden duygusal ve cinsel enerjilerini çekebilir ve bu enerjiler için kendi yaşamlarında çeşitli alternatifler geliştirebilirler. Farklı bir politik/psikolojik düzeyde, önemli olanın, kadınların erkek tanımlı tepki modellerinden uzaklaşmaya başlaması olduğu anlaşılmalıdır. Kendi ruhumuzun mahremiyetinde, bu bağları temelinden kopartmalıyız. Aşkımızın ve cinsel enerjimizin nereye aktığına bakılmaksızın, kafamızda eril bir şekilde tanımlanmışsak, insan olarak özerkliğimizi gerçekleştiremeyiz.

Ama kadınlar neden erkeklerle ve erkekler aracılığıyla ilişki kurdu? Erkek toplumu içinde yetiştirilmiş olduğumuz için erkek kültürünün kendimize ilişkin tanımını içselleştirdik. Bu tanımlama bizi cinsel ve ailevi işlevlere mahkum ediyor ve bizi yaşamlarımızı ve yaşam şartlarımızı şekillendirmekten alıkoyuyor. Zihinsel hizmetimiz ve toplumun kar amacı gütmeyen işlevlerini yerine getirmemiz karşılığında erkekler bize tek bir şey bahşediyor: yaşadığımız toplumun gözünde bizi meşru kılan kölelik statüsü. Buna kültürel jargonumuzda “feminenlik” veya “gerçek bir kadın olmak” deniyor. Adını taşıdığımız bir erkeğin malı olduğumuz ölçüde hakiki, meşru ve gerçeğiz. Hiçbir erkeğe ait olmayan bir kadın olmak görünmez, acınası, sahte ve gerçek dışı olmak anlamına geliyor. Erkek bize, onun gözünde kabul edilebilir olmak için ne olmamız gerektiğine dair kendi imgesini sunar; gerçekte olduğumuz kişiyi değil, kadınlığımızı -kendi tanımladığı şekliyle, kendisiyle bağlantılı olarak- onaylar ve birey olma durumumuzu, kendi başımıza tam olabilirliğimizi reddeder. Erkek kültürün bu tanımlamasına bağımlı ve onaylama ya tabi olduğumuz sürece özgür olamayız.

Bu rolü içselleştirmenin sonucu, kendinden nefret etmeyi sağlayan muazzam bir birikimdir. Yine de bu, kendinden nefretin bu şekilde tanındığı veya kabul edildiği anlamına gelmiyor; aksine çoğu kadın bunu inkar eder. Kendinden nefret etme hali, rolüyle ilgili rahatsızlık, boşluk hissi, uyuşukluk, huzursuzluk, merkezde felç edici bir endişe olarak deneyimlenebilir. Diğer bir seçenek rolünün şanına ve kaderine yönelik keskin bir savunma ile ifade edilmesidir. Ama bu durum çoğu zaman kadının bilincinin sınırında var olur, varlığını zehirler, onu kendine, kendi gereksinimlerine yabancılaştırır ve onu diğer kadınlara yabancı kılar. Ezenle özdeşleşerek, onun aracılığıyla yaşayarak, egosundan, gücünden, başarılarından statü ve kimlik kazanarak ve kendileri gibi diğer "içi boş kaplar" ile özdeşleşmeden kaçmaya çalışırlar. Kadınlar kendi baskılarını, ikincil konumlarını, kendilerinden nefretlerini yansıtan diğer kadınlarla her düzeyde ilişki kurmaya direnirler. Çünkü başka bir kadınla yüzleşmek, sonunda kendinle, kaçınmak için çok uğraştığımız o benlikle yüzleşmektir. Yansımada olmak için yaratıldığımız şeyi gördüğümüzde ona gerçekten saygı duyup onu sevemeyeceğimizi biliyoruz.

Kendinden nefret etmenin ve gerçek benlik eksikliğinin kaynağı erkeklerin verdiği kimliğimiz olduğu için yeni bir benlik duygusu yaratmalıyız. "Kadın olma" fikrine bağlı kaldığımız sürece, başlangıç aşamasındaki o benlikle, o ben duygusuyla, o bütünlük duygusuyla bir çelişki hissedeceğiz. "Feminen" olmanın ve bütün bir insan olmanın bağdaştırılamaz olduğunun farkına varmak ve kabul etmek çok zor. Yalnızca kadınlar birbirlerine yeni bir benlik duygusu verebilir. Bu kimliği erkeklerle değil kendimizle bağlantı içinde geliştirmemiz gerekiyor. Bu bilinç, diğer her şeyin takip edeceği devrimci bir güç, çünkü bizimki organik bir devrim. Bunun için birbirimize karşı açık ve destekleyici olmalıyız, bu hareketi sürdürmek için gerekli duygusal desteği bağlılık ve sevgiyle vermeliyiz. Enerjilerimiz geriye, bizi ezenlere değil, kız kardeşlerimize akmalı. Kadın özgürlük hareketi, bizi ezen kişilerle bire bir ilişki içinde olmaya zorunlu kılan temel heteroseksüel yapıyla yüzleşmeden kadınları özgürleştirmeye çalıştığı sürece, erkeklerle kurulan ilişkilerin her birini düzeltmeye çalışmak için muazzam bir enerji verilmeye devam edecek, nasıl daha iyi seks yapılacağını bulmaya, fikrini değiştirmeye çabalamaya ve bunun "yeni bir kadın" olmamıza izin vereceği yanılgısı içinde ondan “yeni bir erkek” yaratmaya çalışmaya devam edeceğiz. Bu açıkça enerjimizi ve adanmışlığımızı dağıtıyor ve bizi özgürleştirecek yeni düzenin inşasına kendimizi adamaktan aciz bırakıyor.

Kadınların kadınlarla ilişkisinin önceliği kadınların birbirleriyle ve birbirleri hakkında yeni bir bilinç yaratmasıdır. Bu, kadın özgürlüğünün kalbinde yer alır ve kültürel devrimin temelini oluşturur. Birlikte gerçek kimliğimizi bulmalı, onu pekiştirmeli ve geçerli kılmalıyız. Bunu yaparken mücadeleyi ve yeni yeni gelişen onur ve güç duygusunu sağlamlaştırıyoruz, ayırıcı bariyerlerin erimeye başlıyor ve kız kardeşliğimizle artan bu dayanışmayı hissediyoruz. Kendimizi öncelik olarak görüyoruz, odağımızı kendi içimizde buluyoruz. Yabancılaşma, izole edilme, kilit altında olma, içeride olduğunu bildiğimiz şeyi dışarı çıkaramama duygusunun azaldığını görüyoruz. Bir gerçeklik duygusu, en azından kendi kendimizle bir tutarlılık hissediyoruz. Bu gerçek benlikle, bu bilinçle, zorla kabul ettirilen tüm mecburi kimlikleri sona erdirecek ve insanın dışa vurumunda azami özerklik sağlayacak bir devrim başlatıyoruz.

Yazının orijinali için tıklayınız

1 Radicalesbians, 1970 yılında New York’ta kurulmuş ve kuruluş aşamasında “Lavanta Tehdidi” ismini kullanmış bir lezbiyen örgütlenmesidir. Grup tarafından hazırlanan Kadının Tanımladığı Kadın Kimliği Bildirisi, ikinci dalga feminist hareketin dönüm noktalarından olmakla beraber, lezbiyen feminizmin öncü metinlerindendir. (Ç.N.)
2 Zap, ABD’de erken dönem LGBTİA+ gruplarınca kullanılmış bir çeşit doğrudan eylem pratiğini karşılamak için kullanılan ifadedir. (Ç.N.)
3 Erkeksi lezbiyen, sevici, kaslı lezbiyen vb. ifadelerle Türkçe’ye çeviren “dyke” kavramı; sıklıkla “dayk” olarak kullanılmaya başlandığından bu kullanım tercih edilmiştir. (Ç.N.) Kaos GL tarafından hazırlanan LGBTİ+ Hakları Alanında Çeviri Sözlüğü’nde aşağıdaki şekilde tanımlanmaktadır:
Lezbiyenliğin genellikle maskülen bir ton ile tarif edildiği bir sözcüktür. Özellikle Batı’da maskülen lezbiyenlere dönük bir hakaret olarak sıkça kullanılmakla birlikte, lezbiyen kişi ve topluluklar arasında maskülenliği özgürce sahiplenen güçlendirici bir kavram olarak yer etmiş durumdadır.
4 1970’li yıllarda dönemin kimi radikal feministleri yükselmeye başlayan lezbiyen feminist ideolojiyi, kadın mücadelesi ve mücadelenin ABD’deki önemli kurumlarından olan Ulusal Kadın Örgütü (WOW) açısından bir tehdit olarak görmüştür. Lezbiyenlerin, mücadelenin önemsiz bir kısmını oluşturduğunu ancak yine de hareket içerisinde ses bulmasının olumsuz etkiler yaratacağını ima eden “lavanta tehdidi” tabiri, lezbiyen feministler için kullanılmaktadır. (Ç.N.)