Uluslararası Hukuk Açısından Ukrayna-Rusya Savaşına İlişkin Notlar

MENU

Uluslararası Hukuk Açısından Ukrayna-Rusya Savaşına İlişkin Notlar

Yazan: Doç. Dr. Kutluhan Bozkurt

2022 yılı dünyada esaslı değişikliklerin başladığı, soğuk savaş döneminin olanca ihtişamıyla geri dönüşünün ilk adımlarının atıldığı bir yıl olma yolunda hızla ilerliyor. Yılın başından itibaren Rusya’nın Ukrayna sınırları boyunca askeri yığınak yaptığı olgusu sürekli olarak Batı basınında ve istihbarat raporlarında gittikçe yoğunlaşır şekilde yer almaya başladı. Hatta askeri yığınakları gösteren uydu fotoğrafları da basına verildi ve uluslararası basın tarafından paylaşıldı. Görüntülerden gerçekten de bir yığınak ve askeri hareketlilik olduğu anlaşılıyordu.1 Takip eden dönemlerde, özellikle Rusya’nın Doğu ve Güney Ukrayna bölümünde bulunan iki bölgenin, Donetsk ve Lugansk’ın (Dombast & Lohansk), self determinasyon hakkını ileri sürerek daha önce ilan etmiş oldukları bağımsızlıklarını tanıdığını deklere etmesinin ardından, bu yeni cumhuriyetlerin daveti ve ayrıca, bu iki bölgede ve genel olarak Ukrayna’da Rus kökenli vatandaşların haklarını korumak ve Ukrayna’nın silahtan arındırılması gerektiğini ileri sürerek Ukrayna’ya karşı askeri müdahaleyi başlatmıştır. Görünen o ki Rusya kısa bir süre içinde, bir-iki haftayı geçmeyecek şekilde, başta başkent Kiev ve diğer stratejik şehir ve bölgeler, özellikle Ukrayna’nın Karadeniz ile sınırlarını oluşturan tüm o bölgenin ele geçirilmesi ve böylelikle deniz ile bağlantısının kesilmesi de dahil olmak üzere, pek çok bölgeyi hızlıca işgal edip bir rejim değişikliği ile amacına ulaşmayı planlamıştır ya da en azından planlamasının bu yönde olduğu öngörülebilecektir. Ancak Rusya hiç ummadığı bir direniş ile karşılamıştır. Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi neredeyse bir ayını doldurmak üzeredir ve halen de Ukrayna’nın direnişi devam etmektedir. Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesi ile Ukrayna’nın BM Antlaşmasının 51. maddesi uyarınca uluslararası hukukun kendisine vermiş olduğu “meşru müdafaa hakkını” kullanmasıyla silahlı çatışmalar artık adı konulmamış bir savaş haline bürünmüştür.

Bilinir ki insanlık tarihi savaşlarla doludur, bir başka ifade ile savaşların kökeni insanlık tarihi kadar eskidir. Bu duruma doğada var olan “çatışma” ve “güçlü, daha doğrusu uyum sağlama yeteneği güçlü olanın hayatta kalması” olgusu ile dürtüsünün etki ettiğini göz ardı etmemek gerek. Doğada diğer canlıların dünyasında gördüğümüz çekişme, çatışma, saldırganlık ve mülki alanların korunması dürtülerinin insan/toplum yaşamında benzer bir etki ve tepki yarattığı pek ala da söylenebilir. Bu nedenle; insanlar ve toplumlarda, buna devletleri de eklemek gerek, arasındaki ilişkilerde, çekişmelerde ve çatışmalarda doğanın temel kurallarının basit izlerini görmek çok mümkündür. Tarihsel geçmişe baktığımızda savaşların, farklı sebeplerle çıkmış olsa da, “çatışma” ve “uyum kabiliyeti fazla olanın hayatta kaldığı” süreçlerin, bir mekanizması olarak görmek mümkündür.2

Uluslararası hukuk açısından savaşın hukukun konusu olup olamayacağı son iki yüzyıldır tartışılan konulardan biri olmakla birlikte, haklı savaş, “just war”, kavramının çok daha eski tarihlere, Roma İmparatorluğu Dönemine, kadar uzandığını söylemek gerek. Elbette uluslararası hukuk açısından savaşın uluslararası hukukun bir olgusu, süjesi olarak kabul edilmesi; savaşın yürütülmesi ve sonuçlarının hukuksal perspektifte düzenlemesi, tarihsel gelişimin bir sonucu olarak ortaya çıktığı söylenebilir.3 Vurgulamak gerekir ki savaş ile ilgili iki farklı kavram kullanılmaktadır: Savaş öncesi hukuk, “jus ad bellum” ile savaş durumunda uygulanacak hukuk, “jus in bello”. İlk kavram açısından devletlerin silahlı kuvvete başvurmalarının hukukiliği önem kazanmaktadır. Açıktır ki BM Antlaşmasında “kuvvete başvurma(ma)”4 hali, ayrıca ve açıkça, düzenlenmiştir ve bu antlaşma BM’ye üye olan ülkeler tarafından dikkate alınmak durumundadır. Buna karşılık ikinci kavram açısından ise savaş durumunda veya esnasında uygulanacak kurallar söz konusu olmaktadır.5 İlk kavram olan savaş öncesi hukuktan farklı olarak burada, savaş sırasında kullanılması yasak “silah türleri”- örneğin biyolojik veya kimyasal silahlar- ve “savaş tekniklerine” ilişkin kurallar yer almaktadır. Yine belirtmekte fayda var ki ikinci kavram başlığı altında uluslararası düzeyde yaygınlaşan ve uygulama alanı bulan “Uluslararası İnsancıl Hukuk” düzenlemeleri de yer almaktadır.6

Bu arada belirtelim ki Ukrayna-Rusya arasındaki savaş ile Suriye’deki savaş birbirlerinden hem nitelik hem de uluslararası hukuk açısından farklılık arz etmektedir. Suriye’deki savaş her şeyden önce bir iç savaştır.7 Ancak bu savaşa iç savaş deyip hukuken işin içinden çıkmak çok mümkün değildir. Zira bu savaşın uluslararası boyutu ve etkileri bulunmaktadır. Uluslararası hukuk açısından egemen bir devlet olarak Ukrayna’nın “jus ad bellum” kaynaklı hak ve yükümlükleri olduğu gibi, Ukrayna-Rusya arasındaki savaşa uygulanacak “jus in bello” kuralların da bulunduğunu dikkate almak gerekir.

Silahlı çatışmaların, savaş ve çatışmaların en büyük etkisinin sivil halklar üzerinde olduğu tartışmasızdır. Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku kapsamında dikkate alınması gereken düzenlemelerin en önemlilerinden biri olan 1949 tarihli Cenevre Konvansiyonları ve 1977 Protokolleri özellikle sivillerin korunmasına yönelik yeni, ilave düzenleme ve hükümler içermektedir. Uluslararası hukukun bu düzenlemeleri kapsamında, sivillerin keyfi ve hukuk dışı işlemlere uğramamaları hedefine yönelik hükümler yer almakta, sivillerin askeri gereklilik/zorunluluklar dışında göçe tabi tutulamayacakları evrensel bir norm olarak belirlenmiştir.8 Oysa Ukrayna-Rusya arasındaki savaşta milyonlarca Ukraynalı sığınmacı, ağırlıklı olarak komşu ülkeler, Romanya, Polonya, Slovakya ve diğer ülkelere, Türkiye’de dahil olmak üzere geçmek zorunda kalmışlardır. Avrupa Birliği (AB) yerinden ve yurdundan olan Ukraynalılara geçici koruma statüsünün verilmesini kabul etmiştir.9 Yine AB tarihinde görülmeyen bir şekilde ve hızlılıkta, Ukrayna’nın AB’ye üyelik için gerekli olan “aday ülke statüsü” AB Parlamentosu kararıyla kabul edilmiştir.10

Savaşın ve sığınmacıların getirmiş olduğu sorunların başında ağır bir ekonomik maliyet ile sığınmacıların hukuksal statüleri yer almaktadır. Ekonomik kayıpların ötesinde, uluslararası insancıl hukuk ekseninde, çok daha ağır ve tahammül edilemez sonuçları bulunmaktadır. Ukrayna’dan, komşu ve/veya üçüncü ülkelere mülteci olarak giden Ukraynalıların başvurularını her ülkenin kendi iç hukuk mevzuatı ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler çerçevesinde değerlendirilecektir. Başka bir ifade ile uluslararası koruma sağlama konusundaki temel sorumluluk, kişinin, iltica/sığınma talep ettiği devlete ait bulunmaktadır. Ancak burada AB üyesi ülkelerin, AB’nin kabul etmiş olduğu “geçici koruma” uygulamasını dikkate alacakları beklenmelidir.11

Günümüzde sığınmacı olma ve zorunlu göç olgusunun altında çok farklı etmenler ve faktörler rol oynamaktadır. Vurgulamak gerekir ki özellikle silahlı çatışmalar ve yoğun şiddet hareketleri, şiddetin ve baskı ortamının yaygınlaşması, insanların ülkelerinde karşılaştıkları ağır yoksulluk, işsizlik ve yaşadıkları dinsel, etnik, ideolojik farklılık ve ayrımcı uygulamalar, yaşam ve özgürlüklerine yönelen tehditler, çevresel/ekolojik –iklim değişikliği gibi- nedenler ve doğal afetler vb. etmenler bu kimselerin başa ülkelere zorunlu göçüne, mülteci olmalarına neden olmaktadır.12 Bu nedenlerle zorunlu göçün/mülteciliğin tek bir nedenin olduğunu söylemek hukuksal olarak eksik olacaktır.

Açıktır ki uluslararası hukuk açısından egemen devletler, 1993 Viyana Deklarasyonu ve Eylem Planı’na13 göre temel hak ve özgürlükleri korumakla yükümlüdür.14 Ağır insan hakları ihlalleri, siyasi hakların tanınmaması ve temel hak ve özgürlüklerin evrensel ölçütte korunmaması da sığınmacı ve mülteci olmak için bir başka önemli hukuki faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Her şeyden önce insan hakları, devletler tarafından tanınsın ya da tanınmasın, anayasalarla güvence altına alınsın veya alınmasın, ayrım gözetmeksizin bütün insanların, sığınmacı ve mülteciler de dahil olmak üzere, kullanacağı hak ve özgürlükleri içeren uluslararası norm ve ahlaki-moral kavramlardır.15 Özellikle iki büyük dünya savaşı sonrasında yaşanan gelişmeler, insan hakları kavramının evrenselleşmesi, bir sof-law düzenlemesi olan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabulü ve ayrıca insan haklarını korumak üzere uluslararası mahkemelerin görev yapmaya başlaması ile birlikte, uluslararası düzeyde sığınma ve mülteci hakları konusunda yeni düzenlemelerin yolu açılarak, uluslararası ölçütlerde bir uygulamanın ve anlayışın oluşması sağlanmıştır.16

Unutulmamalıdır ki BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin kurulması ve mültecilerin hukuki durumuna ilişkin uluslararası bir düzenleme olan 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi ile birlikte mültecilerin korunması noktasında uluslararası bir düzenleme ve kurallar silsilesi oluşturulmuştur. Cenevre Sözleşmesi, imzalayan taraf devletler açısından hukuken bağlayıcılık unsuru taşımaktadır. Türkiye’nin Cenevre Sözleşmesine taraf olması 1961 tarihlidir. 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesine ek olarak, 1967 tarihinde getirilen Protokol ile ana sözleşmedeki “coğrafi ve zaman” sınırlamaları kaldırılmıştır, bu ise “uluslararası koruma” olgusunu daha ileri bir aşamaya taşımıştır.17 Bununla beraber; Türkiye 1967 tarihli Protokolü “çekinceli" imzalamış, “coğrafi sınırlama” ilkesini sürdürmeyi tercih etmiştir. Belirtmek gerekir ki Avrupalı ve Avrupalı olmayan mültecilere göre bu ayrımı, “coğrafi sınırlama ilkesini”, uygulayan tek ülke Türkiye’dir.

Ukrayna-Rusya arasındaki savaşın bir an önce sonuçlandırılması, kalıcı bir ateşkes antlaşmasının imzalanması ve taraflar arasındaki sorunların diplomatik yöntemlerle çözülmesi, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün uluslararası hukuk düzenlemeleri kapsamında korunması önem arz etmektedir. Ne yazık ki devlet olarak Ukrayna, Batılı devletler, başta Birleşik Devletler ve NATO üyesi devletler ile Rusya’nın çarpıştığı bir yer konumuna düşmüştür. Bu stratejik çarpışmanın yansımalarını Ukrayna ve Ukrayna halkı sıcak savaş olarak yaşamaktadır. Bu süreçte Ukrayna halkı ağır bedeller ödemek zorunda kalmıştır ve maalesef halen de ödemeye devam etmektedir. Taraflar arasındaki savaşta Rusya’nın olası bir nükleer silah kullanımı dünya tarihinin yeniden yazılmasına neden olabileceği gibi, bu durum olası bir 3. Dünya savaşının gerçekleşme ihtimalini ne yazık ki arttırmaktadır. Bu kötü ihtimalin bertaraf edilebilmesi için ülkelere büyük sorumluluk düşmektedir. Özellikle Çin Halk Cumhuriyeti’nin ve belki de Türkiye’nin taraflar arasındaki bu savaşın sona erdirilmesinde önemli diplomatik görevler üstlenmesi yararlı ve gerekli olacaktır. Bu arada hemen belirtelim ki Ukrayna’nın Rusya aleyhine Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (ICC) başvurmuştur ve bunun neticesinde soruşturmanın başladığı ICC tarafından açıklanmıştır.18

Sonuç
Rusya’nın, Ukrayna’dan uzun zamandır silahlı çatışma yoluyla ayrılmaya çalışan ve nihayetinde bağımsızlıklarını ilan eden ve Rusya dışında tanınmayan Lugansk Halk Cumhuriyeti ile Donetsk Halk Cumhuriyeti’ne destek olma; Ukrayna’nın silahtan arındırılması ve bölgede barışın sağlanması amacına dayandırdığı askeri müdahalesi bir savaşa dönüşmüş durumdadır. Açıktır ki bu savaş; sadece bölgeyi değil, özellikle komşu ülkeleri, AB’yi, Türkiye’yi ve hatta tüm dünyayı etkileme potansiyeline fazlasıyla sahiptir.19


Taraflar arasında cereyan eden ve sonuçta bir savaşa dönüşen silahlı çatışmalar neticesinde çok sayıda sivil, sığınmacı pozisyonuna düşmüş ve hali hazırda dört milyonu aşkın Ukraynalı, komşu ülkelere sığınmak zorunda kalmıştır. Çatışmalar sırasında çok sayıda sivilin hayatını kaybettiği ve yine çok sayıda sivilin yaralandığı uluslararası kamuoyuna yansımıştır. Yine silahlı çatışmalar sırasında çok sayıda sivil yerleşim yerinin, evlerin, hastane ve okulların, hedef olduğu da aynı şekilde uluslararası kamuoyuna yansımıştır. Kuşkusuz bu iddialar son derece ciddi ve uluslararası hukuk karşısında sorumluluk gerektiren vakalara ilişkindir ve hatta bu vakaların savaş suçlarını da içine alabilecek nitelikte olduğu da görülmektedir.

Kalıcı veya en azından uzun süreli bir ateşkesle sorunun diplomatik çözüm metotları ile çözülmesine olanak sağlanması son derece önemlidir. Taraflar arasında Belarus’da yürütülen müzakerelerde ilerlemeler kaydedildiği bu ülkelerin yetkili ağızları tarafından yakın zamanda ifade edilmişse de henüz kalıcı bir ateşkes sağlanamamıştır. Ayrıca Türkiye’nin girişimi ile taraflarca, her iki ülkenin ve Türkiye’nin dışişleri bakanlarının katılımıyla, 2022 Mart ayı içinde Antalya’da organize edilen diplomasi formunda yapılan görüşmede somut bir ilerleme sağlanamamıştır. Ancak sorunun silahlı çatışma ve işgal yerine diplomasiyle çözülmesi bölge ve dünya barışı için son derece önemli hale gelmektedir.

Kuşkusuz bu süreç uluslararası hukukun yeniden ve esaslı şekilde şekillenmesine etki edecektir. Hali hazırda bölgede uluslararası hukuku pek çok açıdan ilgilendiren olaylar gerçekleşmekte ve deyim yerindeyse Ukrayna uluslararası hukukun adeta mutfağı konumuna dönüşmüş durumdadır.

Rusya’ya karşı yürütülen ve uygulamaya geçirilen ekonomik ve siyasi yaptırımların da etkisiyle çözüm seçeneğinin barışçıl girişimlerle desteklenmesi son derece önemli hale gelmektedir. Aksine bir senaryo ve yeniden hayat bulan soğuk savaş süreci, ülkelerin yeniden silahlanmasına ve yeni çatışmalara ne yazık ki imkan sağlayacaktır. Hatta olası bir nükleer silah kullanımı veya Ukrayna’da bulunan çok sayıda nükleer santrallerden, saldırı ve silahlı müdahaleler nedeniyle, olası bir sızıntı yeni bir felaketin habercisi olarak görülmeli ve bu olasılığın gerçekleşmemesi için tüm dünya ülkelerinin birlikte hareket etmeleri insanlığın geleceği için önemli hale gelmiş durumdadır.
Dünyanın savaşlara, silahlanmaya ve zorunlu göçlere değil, barışa, dayanışmaya ve uluslararası adalete daha çok ihtiyacının var olduğu unutulmamalıdır.

1 https://asia.nikkei.com/Politics/Ukraine-war/Satel...
https://www.timesofisrael.com/satellite-photos-pro...
https://t24.com.tr/haber/rusya-nin-ukrayna-yi-isga...
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-56746772
2 Kutluhan Bozkurt, Suriye İç Savaşına İlişkin Bazı Hukuksal Notlar, Hukuk Defterleri (14) 31-34, 2018/1. http://hukukdefterleri.com/suriye-ic-savasina-ilis...
3 Yücel Acer & İbrahim Kaya, Uluslararası Hukuk Temel Ders Kitabı, Seçkin Yayınevi, 2015, s. 323. Bkz. ayrıca; Bozkurt, 2018/1, Martin Dixon, A Textbook on International Law, pp.309-340. Bkz. ayrıca; Alina Kaczorowska, Public International Law, Fourth edition, pp.688-740, Melda Sur, Uluslararası Hukukun Esasları, 11. Baskı, s. 286-314, Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk, 14. Bası, s. 515-647,
4 Bu arada özellikle BM Statüsünün 51. md, meşru müdafaa, dikkate alınmalıdır. Belirtmek gerekir ki BM Antlaşmasında, md. 2/4, açıkça belirtilen iki istisna dışında “kuvvete ya da kuvvet tehdidine başvurma eylemlerinin” yasaklandığı da yer almaktadır. Ayrıca Briand- Kellog Patkı, 26.08.1926, savaşı yasa dışı ilan eden bir belge olarak önem kazanmaktadır.
5 Dikkate alınması gereken temel uluslararası düzenlemeler ise 1899 ve 1907 tarihli La Haye Konvansiyonları ile 1949 tarihli Cenevre Konvansiyonları- 4 konvansiyondan oluşmaktadır- ve 1977 tarihli iki Ek Protokol’den oluşmaktadır.
6 Bozkurt, 2018/1.
7 Kutluhan Bozkurt, Suriye İç Savaşı: Savaşın Yarattığı Mültecilik Akınının Türkiye ve Avrupa Birliği’ne Yansımaları, 1. Bozok Uluslararası Siyaset Bilimi Kongresi, Bozok Üniversitesi, Cilt:1, Sayı: 1 2018/2. http://iibfdergi.bozok.edu.tr/article/185b122b-35f...
8 Sur, 2017, s. 304.
9 https://ec.europa.eu/info/strategy/priorities-2019...
10 https://www.europarl.europa.eu/news/en/press-room/...
11 https://ec.europa.eu/info/strategy/priorities-2019...
12 İbid. Bkz. ayrıca; Kutluhan Bozkurt, Geri Kabul ve Vize Serbestisi Anlaşması, TBB: 1304-2408 nr. 125, 2016, s.392.
13 1993 Wien Deklaration und Aktion Planen.
14 Ademola Abass, “International Law, Text, Cases and Materials” Oxford Press 2012, s.676.
15 Nihat Bulut, Sanayi devriminden Küreselleşmeye Sosyal Haklar, XII Levha 2009, s.9.
16 Martin Dixon, International Law, Oxford University Press 6.th Edition, Oxford 2007, s.345. Bkz. ayrıca; Bozkurt 2018/1, 2018/2, 57-70.
17 Kutluhan Bozkurt & Susan Rottmann, Legal and Anthropological Approaches to Migration Policy in Turkey and Europe, in “Researches on Science and Art in 21. Century Turkey, Editors: Hasan Arapgirlioğlu, Atilla Atık, Robe Elliott, Edward Turgeon, Gece Kitaplığı, 2017, s.1593.
18 https://www.justsecurity.org/80757/the-way-the-chi...
19 https://neu.edu.tr/yakin-dogu-universitesinde-duze...