Mustafa Koçak'a Üç Soru

MENU

Mustafa Koçak'a Üç Soru


1. Kendi öğrencilik döneminizi düşündüğünüzde sizce hukuk eğitimiyle ilgili neler değişti?

Öğrenciler, bizim dönemimize göre, seçimlerini daha bilinçli yapıyorlar. Bu açıdan günümüz hukuk fakültesi öğrencileri daha şanslılar; üniversite tanıtımları var; televizyondan, sosyal medyadan bilgileniyorlar. Benim dönemimde öğrenci, puanı nereye tutarsa oraya gidiyordu.

Kaldı ki, bizim öğrencilik dönemimizde Hukuk Fakültesi daha azdı, Ankara ve İstanbul Üniversiteleri’nde Hukuk Fakülteleri vardı. 9 Eylül Üniversitesi’nde Hukuk Fakültesi daha sonra açıldı. Ege Üniversitesi de daha önce kendi bünyesinde Hukuk Fakültesi kurulmasını istemişti. Fakat 1966 yılından 1978 yılına kadar Devlet Planlama Teşkilatı olumlu rapor vermediği için bu Fakülte açılamadı. O zamanlar Fakülte açılabilmesi için Devlet Planlama Teşkilatı tarafından böyle bir gereksinim var mı, Üniversitenin yeterliliği var mı gibi hususlar araştırılıyordu.

1980 sonrası, 82 Anayasası kabul edildikten sonra, sosyal devlet ilkesinin de zayıflamasıyla, bunların araştırılmasına son verildi; Devlet Planlama Teşkilatı’ndan rapor istenmeksizin birçok hukuk fakültesi kuruldu.

Aynı zamanda, Hukuk Fakülteleri kurulurken bizim zamanımızda Fransa örnek alındırdı ve çok fazla öğrenci alan Fakültelerde, öğrencilerin elenmesi birinci sınıf sonrası yazılı ve sözlü sınavlarla olurdu, birinci sınıf barajdı, çok az öğrenci mezun olurdu.

Hukuk fakültelerine eskiden sosyal puanı ile öğrenci alınırken artık matematik puanı ile alınıyor. Gelen öğrenci kalitesine bakıldığında, öğrenciler test usulü sisteme alışkın olarak Hukuk Fakültesine geliyorlar, klasik eğitim kalitesi zayıfladı. Türkçe, edebiyat, kompozisyon, felsefe, mantık, sosyoloji, tarih bilgileri zayıf. Bunların altyapısının olması gerekiyor; bu bilgilerle Fakülteye gelmeleri gerek. O yüzden birinci sınıftaki öğrencilere ders arasında, örneğin Namık Kemal’in bir şiirini okuduğum zaman bunu bilmiyorlar, kompozisyon yazmayı bilmiyorlar. Bu bakımdan, eskisi yenisine göre daha iyiydi. Öğrenciler, ortaöğretimdeki eğitim nedeniyle, ezbere yatkın oluyorlar, temel sıkıntı düşünememeleri. Elbette, istisnaları var. Bu genel bir sorun, sadece hukuk fakültesi öğrencilerinde değil; hocayı dinliyorlar, not alıyorlar o notları ezberliyorlar, sınavdan sonra notları bir köşeye atıyorlar. Düşünemiyorlar, soru soramıyorlar. Öğrenciler, ortaöğretimdeki eğitim nedeniyle, ezbere yatkın oluyorlar. Elbette, istisnaları var ama temel eğitim eksikliği nedeniyle öğrencilerimiz genelde dilekçe yazmakta dahi sorun yaşıyor.

Şunu örnek verebilirim, oğlum Anadolu lisesi mezunu; kızım ise Notre Dame de Sion; Notre Dame de Sion, oğlumun okulunun aksine, öğrencinin üniversiteyi kazanıp kazanmamasından bağımsız olarak, hiçbir zaman teste yönelik eğitim vermedi.

II. Dünya Savaşı öncesi, İstanbul Hukuk Fakültesi’ne Atatürk tarafından üniversite reformunu yapmak için getirilen ve 20 yıl kadar Türkiye’de kalan profesörlerden Ernst Hirsch’in, “Anılarım” kitabında bahsettiği önemli tespitleri var. Bir hukuk fakültesinde, Darülfünun’da yapıldığı gibi atalardan gelme hukuki bilgileri tekrar etmekle yetinilmemeli; yeni kurulan İstanbul Üniversitesi’nin gereğine uygun olarak, sadece alıcı olan öğrenci, tefekkür sahibi yani düşünebilen, düşünce üretebilen öğrenciye dönüşmeliydi. Biz Darülfunun’dan Üniversiteye geçtik, ama öğrencilerin ve hocaların kafa yapısını değiştiremedik. Çağdaş hukuk eğitimi hukuk fakültelerinde sadece hukuk bilgisini aktarmakla yetinmez, her şeyden önce hukuki düşünmeyi geliştirmelidir. Bunun için dersler, hocanın öğretme şeklinde ders vermesinden ibaret kalmamalıdır. Daha ziyade, karşılıklı sohbete ağırlık vererek olabilir ki öğrenci de buna katılabilsin. Bunun sonucunda doğan zaman kaybı dersleri yoğunlaştırarak giderilebilir.

1939 yılı Temmuz aynının ikinci yarısında, ilk Maarif Şurası toplanıyor, İstanbul Üniversitesi’ni temsilen giden Ali Fuat Başgil ve Hirsch’in sunduğu raporda, hukuk fakültesinin aksaklıkları ortaya konulurken; bunun temelinin ortaöğretim sistemindeki aksaklıklardan geldiği vurgulanıyor. Özellikle anadilin yeterli öğretilmemesi bu aksaklığın başında geliyor. Tarih, felsefe, sosyoloji ve yabancı dil eğitiminin yetersiz olduğu da belirtiliyor. Bu rapor üzerinden, 80 yıldan fazla zaman geçti, hala değişen bir şey olmadı. Bunun en büyük göstergesi de YÖK’ün zorunlu dersleri arasında üniversite öğrencisine Türk Dili ve yabancı dil derslerinin verilmesidir. Oysa bu eğitimler temel eğitim içerisinde zaten tamamlanmış olmalı.


2. Günümüz Türkiye’sinde hukuk sistemi bakımından sizce sorunlu noktalar nelerdir?

Sorun öncelikle Anayasa’da. Anayasa’da, yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı ilkelerinin, siyasi iktidarın denetiminin ve hesap verebilirliğinin tekrar düzenlenmesi gerekiyor. Uygulamada ise, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları uygulanmıyor; sanki bunlar yargıya müdahaleymiş gibi algı oluşturuluyor. Hâlbuki bu kurumların kendileri, yargı makamı; iç hukukun bir parçası.

Nitelikli yetişmiş hakim savcı açığı var. 2016 darbe girişimi sonrasında hakim ve savcıların %30-35’i, başka etki altına girdikleri için, görevlerini tarafsız yapamayacakları için tasfiye edildi. Özellikle tarafsız kalamayacağı düşünülen birçok hakim ve savcının tasfiyesi sonrası, bu açık iyice arttı.

Bunun dışında hakim-savcı ve avukatlar arasında dengesizlik var. Mesleğe seçilmede ikisi arasında ciddi bir fark var; bu durum zihinlerde bir farklılık oluşturuyor. Hakim- savcı olabilmek için adaylar ciddi bir sınavdan geçip, yine ciddi bir staja tabi tutuluyorlar; oysa avukatlar bu şekilde yetişmiyor. Bu da hakim savcıların gözünde avukatların yetişmemiş ve bilgisiz konumuna düşürüyor. Bu nedenle avukatlar da sınavlardan geçirilmeli ve doğru dürüst staj yapmalı. Bununla birlikte, hakim-savcı adaylarının girdikleri sınavların test usulü olması sakıncalı, bu sınavlar analiz yeteneğini ölçmüyor. Bir karar kendilerine verildiğinde, bu kararları nasıl analiz edecekler, bunu anlamamız mümkün değil.

Hukuk sisteminin en önemli sorunlarından biri, yargıya olan güvenin kalmaması, özellikle son yıllarda yargıya yapılan müdahaleler ve yargının yanlı kararlar vermesi bu güveni sarstı. Haziran 2021’de yapılan anketlere göre, yargıya güven %25 iken, Eylül ayında yapılan anketlerde bu rakam %21’e gerilemiş; Kasım’da ise %20’lerin altında. Bu, hakimlerin hepsi yanlı karar verdiği anlamına gelmiyor. Ancak, bu noktada olgular kadar, algılar da önemli. Yargıya olan güveni artırmak lazım, insanlar kararın adil olduğunu düşünmüyorsa, bu o kadar da makbul bir karar değil. İnsanların adaletin gerçekleşeceğine inanmadıkları için, hakimin ideolojik yakınlarını ya da hısımlarını araya sokmaya çalışıyor. Bunların sağlıklı bir hukuk devletinde olmaması gerekir.

Adalet Bakanlığı’nın çıkarttığı yargı paketleri ile bu konudaki çabasını görüyoruz. Ancak, mahkeme kararlarının uygulanmadığı ülkede, bu çabalar yetersiz. Bu yargı reformlarına da inanç zayıflıyor, çünkü insanlar mevzuata değil, uygulamaya bakıyorlar. Aristo’nun dediği gibi “İyi yargıç varsa, kötü kanun yoktur.” Mevzuat kötü bile olsa, hakimler adalete uygun karar veriyorsa, insanların aklına mevzuatın kötü olduğu gelmiyor. Bu nedenle mevzuattaki sorunlardan daha ziyade, sorunlar uygulamadan kaynaklanıyor. Bunun önüne geçmemiz için, Hukuk Fakültemizde iyi hukukçular yetiştirmemiz gerek, ders anlatma yöntemlerini değiştirmek gerek. Ben derse girdiğim zamanlarda, çok ciddi bir ders izlencesi hazırlayıp, öğrenciye her hafta çalışması gereken yerleri, okuması gereken makaleleri veriyordum; bekliyordum ki öğrenci bunlara hazırlanıp gelsin. Ancak ortaöğretimden buna hazır olmayan öğrenci bu yükümlülükleri yerine getirmiyordu; öğrencinin beklediği, hocanın ders anlatması kendilerinin not alması. Bu nedenle yine aynı konuya dönüyoruz. Hukuk eğitimindeki ve buna bağlı hukuk sistemindeki sorunların temel kaynağı ortaöğretimin yetersizliği.

3. Hukuk eğitimi ve sistemindeki bu sorunlara ilişkin çözüm önerileriniz nelerdir?
Yasama tarafından yapılması gereken değişiklikler var. Bunların başında Anayasa değişikliği geliyor. Daha önce belirttiğim gibi, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve siyasi denetim mekanizmalarının Anayasayla ortaya konması gerekir; buna bağlı birtakım yasal düzenlemelerin de getirilmesi gerekir.

Yargıya güven sağlanması için yargı bağımsızlığı şart. Bu nedenle, hakimlik teminatlarının tam anlamıyla sağlanması gerekiyor. Coğrafi teminat bu bakımdan önemli Adalet Bakanlığı hakimleri başka bir yargı çevresinde geçici olarak görevlendirilememeli. Ayrıca meslek içi eğitimlerle hakim ve savcıların eğitim süreçleri devam ettirilmeli. Meslek içi eğitimler sürekli ve zorunlu olmalı.

Hukuk eğitimi için ise, yapılması gerekenleri yıllardır tartışıyoruz. Ancak her şeyden önce, reforma ihtiyaç olduğu ortaya konmalı ve bu kabul edilmelidir.

Senelerdir avukatlık sınavı getirilmeye çalışılıyor. 1976 yılı olabilir, benim avukatlığa başladığım dönemdi, bir kere sınav yapıldı; sonra yasama organı o maddenin yürürlüğünü geçici olarak durdurdu. İkinci defa 2000’li yıllarda yine getirilmeye çalışıldı, yine olmadı; şimdi tekrar deniyorlar, ne olacak bilmiyorum. Avukatın görevi -elbette kazanç boyutu var- yargıya hizmet etmektir. Ne diyoruz? İddia- savunma-karar üç sacayağı; savunma zayıflayınca, iddia güçleniyor, karar ayağı da savunmaya pek itibar etmiyor ve kararlar sağlıklı olmuyor. Aslında Almanya’da olduğu gibi; hakim, savcı ve avukatlar için devlet sınavı getirilmelidir.

Hukuk Fakülteleri test usulü yapılan merkezi sınavla değil, kendi sınavlarını yaparak öğrencilerini seçmeli. Yahut önceki toplantılarda öngörülmüş olan ikili bir sistem getirilebilir; ikinci sınıftan sonra bir sınav getirilmeli, bu sınavı geçemeyenler, Adalet Meslek Yüksekokulu mezunu gibi sayılmalı, geçenler ise Hukuk Fakültesine devam etmelidir.

Amerikan sistemi de düşünülebilir; ancak 4 yıllık lisans eğitimi aldıktan sonra öğrencilerin hukuk fakültesi okumaları, bu öğrencilerin daha iyi kavramalarını sağlar, daha iyi hukukçu olabilirler.

Ayrıca yargı mensupları, akademik camiadan yardım alabilmeli ve ikisi arasında işbirliği sağlanmalıdır. Örneğin, idare hukuku hocalarımız Bölge İdare Mahkemelerinde; ceza hukuku hocalarımız ceza mahkemelerinde yardımcı olabilmeliler. Sınırlı olsa da, yargı mensuplarının da fakültelerde ders anlatmasının önü açılmalıdır.

Tabii, hepsinden önce bunları gerçekleştirebilmek için siyasi irade gereklidir.