Güncel Hukuki Karar ve Gelişmeler

MENU

1. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, E. 2018/3-898, K. 2021/1656 numaralı kararında kadına özgü olanlar dışındaki ziynetlerin kime takıldıysa ona ait olacağı, ancak aksinin kararlaştırılabileceği yönünde karar vermiştir. Davacı, boşanma ile birlikte düğünde takılan ziynet eşyaları ile paranın iade edilmediğini ileri sürerek 85 adet çeyrek altın, 1 adet takı seti, 7 adet bilezik, 1 adet kolye küpe seti, 2 adet inci kolye, 1 adet yarımlık ile 410 TL ve 500 Euro’nun aynen iadesine, mümkün olmadığı takdirde fazlaya ilişkin hak saklı tutulması kaydıyla 1.000TL’nin tahsiline karar verilmesini istemiş; davalı, düğünde takılan tüm bileziklerin davacının uhdesinde olduğu, incilerin değerinin düşük olup davacı tarafından alerjisi olduğundan bahisle müvekkilinin annesine bırakıldığını, 1 adet kolye küpe setinin davacının günlük kullanımında olduğunu, 500 Euro’yu tarafların takan kişiye geri verdiklerini, takı setinin de davacıda olup evden ayrılırken götürdüğünü, çeyrek altınlardan ise davacı tarafın taktıklarının davacı tarafa verildiği, davalı tarafından takılanların da taraflarca düğün masrafları için harcandığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Yargıtay, evlilik sırasında kadına takılan ziynet eşyaları kim tarafından alınmış olursa olunsun ona bağışlanmış sayılacağı ve artık onun kişisel malı olacağı; somut olay değerlendirildiğinde, davalının genel kuralın aksine taraflar arasında anlaşma bulunduğunu ileri sürdüğü ve bu iddiasını dinlenen tanıklar, CV görüntüleri vs. delillerle ispatladığının kabulünün gerektiği, böyle olunca taraflar arasında yapılan ve uygulanan kadına özgü olanlar dışındaki ziynetin kime takıldıysa ona ait olacağı yönündeki anlaşmaya öncelik tanınacağının kuşkusuz olduğu yönünde karar vermiştir.

2. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, E. 2017/(6)3-1770, K. 2021/1736 numaralı kararında, kiracı ile kiraya veren arasında ceza davasının olmasının kira ilişkisini çekilme hale getireceğinden tahliye kararının verilmesi gerektiği yönünde karar vermiştir. Davada davacı vekili, davalının müvekkiline ait … adresinde kiracı olarak tuhafiye işi yaptığını, aynı adreste yine müvekkiline ait olan … kapı numaralı dükkan boşaldığında bu dükkana geçmek istediğini, müvekkilinin olur vermediğini, buna rağmen davalının … kapı numaralı dükkana izinsiz ve habersiz olarak geçtiğini, müvekkilinin yaşamakta olduğu Antalya’dan geldiğinde bu duruma itiraz ettiğini, ancak davalı ve eşinin fiili ve sözlü saldırılarına uğradığını, davalının yaşlı ve hasta olan müvekkilini darp ettiğini, hakaret ve küfür ettiğini, davalının ve eşinin eyleminin 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 256. maddesi gereğince kiralananı açıktan fena kullanma niteliğinde olduğunu ileri sürerek davalının … adresindeki taşınmazdan tahliyesine karar verilmesini talep etmiş; Davalı vekili, dava konusu işyerinin taraflarca … tarihinde imzalanan yazılı kira sözleşmesi uyarınca müvekkili tarafından aylık 500 TL kira bedeli ile kiralandığını ve bugüne kadar işlemiş kira bedellerinin de ödendiğini, davacı tarafa yönelik küfür, hakaret ve saldırı iddialarının tamamen asılsız olduğunu, aksine davacının müvekkiline yönelik küfür, hakaret, tehdit ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 267/1. maddesinde tanımlanan iftira suçunu işlediğini, müvekkilinin taşınmazda yaptığı birtakım tadilat, tamirat ve tefrişten sonra tahliye etmesi konusunda tehdit ve hakarette bulunduğunu, müvekkilinin işyerini işgal ettiği iftirası ile ..’na idari başvuru yaparak taşınmazın 3091 sayılı Kanun uyarınca tahliye edilmesini talep ettiğini, ancak işyerinin müvekkili tarafından kira sözleşmesine dayalı olarak kullanıldığı gerekçesiyle talebin reddine karar verildiğini, davacı hakkında iftira suçundan şikâyetçi olunduğunu ve soruşturmanın devam ettiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Yargıtay, uyuşmazlığın, davalı kiracının kiralayana yönelik hakaret ve basit yaralama eyleminin olup olmadığı bu hususun kira ilişkisini çekilmez hale sokup sokmadığı hususunda toplandığı; davalının, ceza yargılamasında yeterli delil olmadığı gerekçesiyle beraat etmiş olmasının Türk Borçlar kanunu 74. maddesi uyarınca hukuk hakimini bağlamayacağı; gerek ceza yargılamasında dinlenen tanık anlatımları gerekse davalı kiracının kiralayan aleyhine iftira suçundan şikayette bulunarak husumeti devam ettirmesi taraflar arasındaki kira ilişkisinin çekilmez hale geldiğini gösterdiği; bu durumda, davacı ve davalının birbirleri hakkında şikâyette bulundukları, haklarında ceza mahkemelerinde yargılamalar yapıldığı, böylelikle kira ilişkisinin kiraya veren bakımından çekilmez hâle geldiği anlaşıldığı ve BK’nin 256/2. (TBK’nin 316/3.) maddesindeki şartların oluştuğu yönünde karar vermiştir.

3. Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, E. 2021/580, K. 2021/2010 numaralı kararında, mirasçıların muris aleyhine açılan tazminat davasında davanın reddini talep etmelerinin terekenin benimsenmesi olarak kabul edilmeyeceği yönünde karar vermiştir. Dava, TMK’nin 605/2.maddesi gereğince açılan mirasın hükmen reddi istemine ilişkindir. Yargıtay ilgili kararda, ölüm tarihinde miras bırakanın ödemeden aczi açıkça belli veya resmen tespit edilmiş ise, miras reddedilmiş sayılacağı (TMK m. 605/2); mirasçıların Türk Medeni Kanununun 610. maddesinde yazılı aykırılık da bulunmadıkça yani zımnen mirası kabul etmiş duruma düşmüş olmadıkça her zaman murisin ödemeden aczinin tespitini isteyebileceği; Türk Medeni Kanununun 606. maddesinde belirtilen sürenin bu davada uygulanmayacağı; davacı ve birleştirilen davacılar murisi … aleyhine … Limited Şirketi ve diğerleri tarafından açılan İstanbul (Kapatılan) 21. Asliye Ticaret Mahkemesinin … Esas sayılı dava dosyasının yargılaması sırasında adı geçen murisin vefat ettiği, dava davacı ve birleştirilen davacılar tarafından takip edildiği; İstanbul (Kapatılan) 21. Asliye Ticaret Mahkemesinin … sayılı Kararı ile tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verildiği, davacı ve birleştirilen davacılar murisi … aleyhine İstanbul (Kapatılan) 21. Asliye Ticaret Mahkemesinde tazminat istemiyle açılan davanın murisin ölümü ile davacı ve birleştirilen davacılar tarafından takip edilerek davanın reddinin istenmesinin yargılama sırasında savunma ve delil ileri sürülmesi mirasçıların terekenin korunmasına yönelik çabaları olduğu; söz konusu hususların terekenin benimsenmesi olarak kabul edilemeyeceği yönünde karar vermiştir.

4. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, E. 2019/459, K. 2020/6034 numaralı kararında, Dava, 6102 sayılı TTK'nin 732. (6762 sayılı TTK'nin 644.) maddesine dayalı sebepsiz zenginleşme davası olup işbu dava poliçenin zamanaşımına uğradığı veya müracaat hakkının yitirildiği anda yetkili hamil durumunda bulunan kişi ile müracaat hakkı nedeniyle poliçe bedelini ödemiş olan lehdar, ciranta veya avalist tarafından, keşideciye ve kabul etmiş muhataba karşı açılabilir. Bu davanın açılabilmesi için bonodan doğan talep hakkının sona ermesi, hamilin zarara uğraması ve bonoyu düzenleyenin hamilin zararına zenginleşmesi gerekir. 6102 sayılı TTK'nin 732. (6762 sayılı TTK'nin 644.) maddesinde zamanaşımı sebebiyle veya poliçeden doğan hakların korunması için gerekli olan işlemlerin yapılmasının ihmal edilmiş olması dolayısıyla, düzenleyenin veya kabul edenin poliçeden doğan yükümlülükleri düşmüş olsa bile, bunların poliçenin hamiline karşı, onun zararına zenginleşmiş olabilecekleri kadar borçlu kalacakları düzenlenmiştir. Hamil, zamanaşımının gerçekleştiği anda maddi hukuk açısından hak sahibi bulunan kimsedir. Bono ciro edilmedikçe bono lehdarı hamil olarak kalmaya devam edeceğinden lehdar/hamil olan davacının keşideci ile arasında temel ilişki bulunsa dahi sebepsiz zenginleşme davası açabileceğinin kabulü gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi yerinde olmamış, kararın davacı yararına bozulmasını gerektiği yönünde karar vermiştir.

ANAYASA MAHKEMESİ (AYM) KARARLARI
1. Anayasa Mahkemesi (AYM) İkinci Bölümü, Türkan Aydoğmuş (B. No: 2018/19000) başvurusunda, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasını incelemiştir.

Hemşire olan başvurucu, sistemli olarak amirinin (H.Ö.U.) psikolojik tacizine maruz kaldığı için ruh sağlığının bozulduğunu belirterek hem idareye hem başsavcılığa başvurmuş, eziyet etme ve görevi kötüye kullanma suçlarından şikayetçi olmuştur.

AYM, H.Ö.U.’nun başvurucuya yönelik ifade ve davranışlarının; başvurucunun muhtelif zamanlarda idareye verdiği şikâyet dilekçelerine rağmen etkili soruşturmanın yapılmaması, başvurucu hakkında düzenlenen tıbbi belgeleme ve bilimsel değerlendirme raporunda konulan somatik yakınmalı majör depresif bozukluk tanısı, sürecin uzunluğu ve süreklilik arz etmesi dolayısıyla başvurucunun yaşamına etkisi bakımından çekilmez bir ağırlık ve yoğunluk derecesinde olduğunu belirtmiştir. Kararda “Kamusal makamlar, psikolojik taciz oluşturan durumları tespitle yetinmemeli; bu tür davranışların oluşmaması ya da telafi edilmesi amacıyla etkili önlemleri hızla almalıdır.” ifadesine yer vererek kamusal makamların pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediğini belirtmiştir. İlgili gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ve yeniden yargılama yapılması gerektiğine karar vermiştir.

2. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü Samira Alakbarova (B. No: 2018/19302) başvurusunda, Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine oybirliğiyle karar vermiştir.

Azerbaycan makamlarınca ülkeye iadesi amacıyla 21/3/2017 tarihinde hakkında kırmızı bülten çıkartılan başvurucu, Emniyet Genel Müdürlüğünün ilgili ekiplerince 27/12/2017 tarihinde yakalanmıştır. Sulh ceza hâkimliği Azerbaycan’a iadesi amacıyla başvurucunun geçici süre ile 40 gün tutuklu kalmasına karar vermiş, bu karara yapılan itiraz ise reddedilmiştir. Başvurucu, iade yargılamasındaki tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa’nın 19.maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

AYM müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu ve meşru amaca sahip olduğu değerlendirmesinde bulunduktan sonra, ölçülülük ilkesi açısından da söz konusu müdahaleyi tartımdan geçirmiş ve şöyle demiştir: “…tutukluluk durumunun ağır ceza mahkemesince en geç otuzar günlük sürelerle incelenmesi gerekmektedir. Somut olayda bu hükme uyulmamış, başvurucunun tutukluluk hâline gerekli özenle yaklaşılmamıştır. İadenin onaylanmasından teslime kadar geçen süreçte ise teslim için uygun yer, tarih, teslim edecek ve teslim alacak görevlilerin belirlenmesi amacıyla birtakım formalitelerin olduğu kabul edilebilirse de başvurucunun bu süreçte tutukluluğunun devam ettiği göz önünde bulundurulduğunda onay aşamasından teslime kadar geçen 2 aylık sürenin makul olmadığı sonucuna varılmıştır. Bu süreçte başvurucu, teslimin ertelenmesi talebinde bulunmuş ise de bu talebin teslimin uzamasında bir etkisinin olmadığı görülmektedir.” Ayrıca yine Mahkeme’ye göre “Son olarak 6706 sayılı Kanun'un 16. maddesinde iade sürecinde başvurulabilecek koruma tedbirleri bakımından 5271 sayılı Kanun'a atıf yapılmaktadır. Dolayısıyla başvurucu hakkında tutuklama yerine adli kontrol kararı verilebilmesi de mümkündür.”

Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi “başvurucunun üçüncü bir devlette kovuşturulması amacıyla başlatılan iade işlemlerinin mahiyeti ve Türk makamlarınca gecikmelerin gerekçelendirilmediği göz önünde bulundurulduğunda başvurucunun yaklaşık 1 yıl 2 aylık tutukluluğunun hukuka uygun olmadığı sonucuna varılmıştır.” diyerek başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine oybirliğiyle karar vermiştir.

3. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü İsmail Avcı (B. No: 2019/12190) başvurusunda, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Bireysel başvuruya konu olan olayda Belediyeden emekli olan başvurucu, çalıştığı döneme ilişkin toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan alacağının ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine alacak davası açmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi davayı kısmen kabul ederek başvurucuya 8.827,97 TL tazminat ödenmesine hükmetmişken Yargıtay 22. Hukuk Dairesi alacağın belirsiz olmadığını kabul ederek başvurucunun tam/kısmi alacak (genel eda) davası açmak yerine koşulları oluşmadan belirsiz alacak davası açmasında hukuki yararının bulunmadığını belirtmiş ve davanın usulden reddi gerektiği gerekçesiyle ilk derece mahkemesinin kararını bozmuştur. Başvurucu, mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini işçilik alacağının ödenmemesinden dolayı açtığı davanın dava şartı yokluğundan reddedilmesi nedeniyle ileri sürmüştür.

AYM’ ye göre mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olabilmesi için davanın hukuki yarar yokluğundan reddedilmesinin son çare olması gerekir. AYM söz konusu bu müdahalenin son çare olup olmadığı yönünde şu değerlendirmede bulunmuştur: “Ne var ki koşulları oluşmadan belirsiz alacak davası açıldığı gerekçesiyle kişinin belirsiz alacak davasıyla getirilen avantajlardan yararlanamamasının ötesinde mahrumiyetlerle karşılaşmasına yol açacak müdahaleler, son çare olarak kabul edilemez. Somut olayda başvurucunun koşulları oluşmadan belirsiz alacak davası açtığının kabulü, sadece başvurucunun zamanaşımı veya davanın genişletilmesi yasağı ile ilgili avantajlardan yararlanamamasıyla sınırlı sonuç doğurmamış; toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan alacağını dava konusu etmesini bütünüyle imkânsız hâle getirmiştir.”

Böylelikle AYM söz konusu müdahaleyi, ölçülülük ilkesinin üç alt unsurundan olan gereklilik ilkesine aykırı bulmuş ve başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir.

4. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu Ramazan Şahin (B. No: 2018/11988) başvurusunda, Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Devlet memuru olarak çalışan başvurucunun, işyerinde parmak izi sistemi ile mesai takibine başlanması üzerine Kurum tarafından parmak izi kaydedilmiştir. Başvurucu, söz konusu uygulamanın kaldırılmasına yönelik talepte bulunsa da talebinin Kurum tarafından reddedilmesi üzerine başvurucu, İdare Mahkemesinde (Mahkeme) anılan idari işlemin iptali talebiyle dava açmıştır. Mahkeme davanın kabulüyle idari işlemin iptaline karar vermiştir. İstinaf Mahkemesi ise kararı bozmuş ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Mahkeme’nin değerlendirmesi şu şekildedir: “Kararın gerekçesinde; kamu hizmetlerinin etkin ve verimli yürütülmesini kolaylaştırıcı etki sağlaması amacıyla idarelerce teknolojik sistemlerin kullanılmaya başlanmasının kamu yararına ve hizmet gereklerine uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun mesaiye devam etme zorunluluğunun olduğu, idarenin de bunu kontrol ve denetim yükümlülüğünün bulunduğu gözetildiğinde parmak izi alınarak teknik cihazlarla mesai takibinin yapılmasında mevzuata aykırılık bulunmamaktadır.”

Özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı kapsamında başvuruyu değerlendiren AYM, müdahalenin kanunilik şartına uygun olmadığı belirterek “Bu bağlamda mevzuat incelendiğinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nda genel olarak devlet memurlarının çalışma saatleri ile günlük çalışma saatlerinin başlama ve bitme saatlerinin tespitine ilişkin düzenlemelerin mevcut olduğu ancak çalışanın mesaiye devam durumunun kontrolü ve bu amaçla özel nitelikli kişisel verilerin işlenmesine ilişkin açık bir düzenlemenin olmadığı görülmüştür. 5393 sayılı Belediye Kanunu'nda da belediye teşkilatını sevk ve idare etme yetkisinin belediye başkanına bırakıldığı ancak bu yetki kapsamında özel nitelikli kişisel verilerin işlenmesine yönelik bir düzenlemenin yapılmadığı anlaşılmıştır.” Değerlendirmesin bulunmuştur.

5. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü Mustafa Hidayet Vahapoğlu (B. No: 2019/19608) başvurusunda, Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.

Anayasa şikayetine konu olan olayda başvurucu mensubu olduğu siyasi parti teşkilatının düzenlediği bir iftar yemeğinde yapmış olduğu konuşmada Hükûmete yönelik eleştirilerde bulunduğu sırada o tarihte görevde olan dışişleri bakanı hakkında birtakım ifadeler kullanmış ve ardından hakkında 2.000 TL tazminata hükmedilmiştir. İlk derece mahkemesinin kararında “ifadelerin eleştiri sınırlarını aştığı, her eleştiri gibi siyasi eleştirilerin de eleştiri sınırı aşılmadan, kişilik haklarına yönelmeden yapılması gerektiği, söz konusu ifadelerin ise hakaret niteliğinde olduğu” ifade edilmiştir. Kararda özellikle ilgili bakan içi kullanılan, “Amerika'nın posta beygiri gibi” ifadelerinin hakaret niteliğine haiz olduğu ifade edilmiştir.

AYM ise “Somut olayda Mahkemenin konuşma sırasında kullanılan anılan ifadeyi tırnaklama yaparak bütün konuşmanın tamamından ayrı bir şekilde değerlendirdiği görülmektedir” demiştir. Ayrıca AYM muhalefet partileri açısından ifade özgürlüğünün önemine değinmiş ve şu değerlendirmelerde bulunmuştur: “Seçmenlerini temsil eden, onların taleplerini, endişelerini ve düşüncelerini politik alana aktaran ve çıkarlarını savunan, seçilmiş kimseler için ifade özgürlüğünün özellikle değerli olduğu açıktır. Bu sebeple müdahale eğer bir siyasetçinin ve özellikle muhalefet partisinin bir üyesinin ifade özgürlüğüne yönelik ise başvuruların çok daha sıkı bir denetimden geçirilmesi gerekmektedir. Buna ilave olarak mevcut başvuru konusu olaylar halka mal olmuş kişiler olarak hareket eden siyasetçiler arasında geçtiği için kabul edilebilir eleştiri sınırları sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında daha geniştir. Bu sebeple davacının kendisine yönelik eleştirilere sıradan insanlara göre daha fazla hoşgörü göstermesi gerekir.”

6. Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü Ümit Karaduman (B. No: 2020/20874) başvurusunda, Anayasa'nın 20. ve 22. maddelerinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

Başvurucunun gönderdiği ve kendisine gelen mektuplar Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 10/10/2016 tarihli Genelgesi doğrultusunda düzenli olarak UYAP'a kaydedilmiştir. Başvurucu; bu uygulamanın sonlandırılması ve kayıtların silinmesi talebiyle infaz hâkimliğine başvuruda bulunmuştur. İnfaz hâkimliği, bu uygulamanın Anayasa'ya aykırı bulunmadığını ifade etmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı da ağır ceza mahkemesince reddedilmiştir.

Söz konusu bu müdahalelerin Genelge’ye dayandığını ifade eden AYM kanunilik ilkesi açısından “Öte yandan 5271 sayılı Kanun'un 38/A maddesiyle de ceza muhakemesi işlemlerine ilişkin her türlü veri, bilgi, belge ve kararın UYAP vasıtasıyla işlenebileceği, kaydedilebileceği ve saklanabileceği düzenlenmiştir. Her iki kanun ve ilgili mevzuat birlikte değerlendirildiğinde infaz kurumuna tanınan denetim yetkisi kapsamında mahpusların yazışmalarının kural olarak UYAP'a kaydedilebilmesine olanak sağlayan yasal düzenlemenin mevcut olduğu söylenebilir” değerlendirmesinde bulunsa da söz konusu yasal düzenleme için kararında şu ifadelerde de bulunmuştur:” Bu durumda mahpusların yazışmalarının özel hayata dair mahrem kalmasını istediği konular ile kişisel veri kapsamında kalacak bilgileri içerebileceği gözetildiğinde mahpusun temel hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılmasını içeren kanunların konuyla ilgili temel esasları ve ilkeleri belirleyecek nitelikte olması gerektiği de vurgulanmalıdır. Bu kapsamda kanun veya ilgili kanuna dayanan mevzuatın özellikle yazışmaların sistematik olarak kaydedilmesinin kapsamına ve mektup ile içeriğindeki mahrem bilgiler ile kişisel verilerin muhafazasına ilişkin esasları belirlemesi beklenir. Bununla birlikte mahpusların yazışmalarının tutulma süresi, bu yazışmalara üçüncü kişilerin erişimi ile içeriğindeki verilerin kullanılması, imhası ve verilerin gizliliğinin sağlanması hususlarına ilişkin muhataplarının yetki aşımı ve keyfiliğe karşı yeteri kadar güvenceye sahip olmalarını sağlayacak açık ve detaylı kuralları içermesi gerekmektedir.

Somut olaydaki düzenlemenin mahpusun sakıncalı bulunmayan, kişisel nitelikteki bilgilerini de içeren ve yargısal süreçlerle ilgisi olmayan yazışmalarının UYAP'a kaydedilmesi suretiyle muhafaza edilmesine olanak sağlayarak mevzuatın mektubun sakıncalı olup olmamasına göre belirlediği usulden ayrılma sonucunu doğurduğu değerlendirilmiştir.

Bununla birlikte başvuru konusu uygulamayla mahkûmiyete konu suçun özelliği ya da tutuklu ile hükümlünün ceza hukuku bağlamındaki statülerine göre farklılık öngörülmeden, sakıncalı olup olmadığına bakılmaksızın tüm yazışmaların UYAP'a sistematik bir şekilde kaydının yapıldığının altı çizilmelidir”

AYM göre müdahalenin kaynağını oluşturan şekli anlamda bir kanun mevcut olsa da bu kanun hukuk devleti ilkelerine uygun maddi içeriklere sahip olmadığından müdahalenin kanuni dayanağı yoktur ve Anayasa’ya aykırıdır.

7. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu Ayşe Ortak (B. No: 2018/25011) başvurusunda, Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Başvurucunun çalıştığı okul Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı OHAL KHK'sı) hükümleri gereği kapatılmıştır. Millî Eğitim Bakanlığının 7783529 sayılı Genelgesi (Genelge) kapsamında çalıştığı okulun kapatılması nedeniyle özel okulda çalışma izninin iptal edildiği ve başka bir kurum için yeniden izin düzenlenemeyeceği Valilik tarafından başvurucuya bildirilmiştir. Başvurucu, idari işlemin iptali talebinin Valilik tarafından zımnen reddedilmesi üzerine İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Mahkeme davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı istinaf başvurusu, Bölge İdare Mahkemesi tarafından kesin olarak reddedilmiştir.

AYM ise “Özel hayata saygı hakkına yönelik bir müdahalenin Anayasa'nın öngördüğü güvencelere uygun kabul edilebilmesinin ilk ve temel şartı müdahalenin kanuni dayanağının bulunmasıdır. Somut olayda ise başvurucunun özel hayatına yapılan müdahalenin sonuç olarak Genelge’ye dayandığı sabittir. Buradan hareketle ilgili kanunlarda açık bir düzenleme olmaksızın bir idari işlem ile başvurucunun mesleğini icra etmesinin engellendiği anlaşılmıştır.” Diyerek müdahalenin kanunilik şartını taşımadığını ifade etmiş ve Anayasa’ya aykırı olduğuna hükmetmiştir.

8. İHAM, I.V.?/Romanya başvurusunda (B. No: 35582/15) küçükle, ebeveyninin izni olmadan yapılan röportajın İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 8. maddesinde yer alan özel hayata ve aile hayatına saygı hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir. Davaya konu olayda, bir öğrenci okul gezisinde trenden düşerek hayatını kaybetmiş, bir televizyon kanalı başvurucu ile konu hakkında röportaj yapmıştır. Başvurucu, kaza olurken öğretmenin kendilerine göz kulak olmadığını belirtmiş; sonrasında okul yetkilileri ve öğrencileri kendisine yönelik olumsuz bir tutum takınmışlardır. Mahkeme yapmış olduğu değerlendirmede, başvurucunun reşit olmadığını ve bu sebeple ebeveyn izni alınması gerektiğini belirterek başvurucunun özel hayat hakkı ile basın organının ifade özgürlüğünün daha özenle dengelenmesi gerektiğine hükmetmiştir.

9. İHAM, Q ve R/Slovenya başvurusunda (B. No. 19938/20) Covid-19 salgınının, bireylerin makul sürede yargılanma hakkını ortadan kaldırmayacağına karar vermiştir. Davaya konu olayda, ebeveynleri hayatını kaybetmiş olan torunlarına koruyucu aile olma talebi bulunan başvurucular mevcuttur. Mahkeme, başvurucuların bu talebinin çocuğun yüksek menfaati gereği ivedi biçimde değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, Covid-19 salgınının devletin makul sürede yargılama yükümlülüğünü ortadan kaldırmayacağına hükmetmiştir.

10. İHAM, Bonnet/Fransa başvurusunda (B. No. 35364/19) Yahudilere yönelik ırkçı hakaretlerde bulunan ve soykırımın varlığını sorgulayan başvurucunun yerel makamlar tarafından cezalandırılmasının İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 10. maddesinde yer alan ifade özgürlüğünü ihlal etmediğine karar vermiştir. Mahkeme, yerel makamların, anılan karikatürün Yahudi toplumunu doğrudan hedef aldığına ilişkin yeterli bulgu ve gerekçeyi sunduğunu tespit etmiştir. İkincisi başvurucu, Yahudi soykırımı ile alay etmiş ve tarihsel gerçekliği konusunda okuyucuyu şüpheye düşürmeye çalışmıştır. Bu sebeple Mahkeme, karikatürün kamu yararına olabilecek herhangi bir tartışmaya hizmet etmediğini de belirterek, başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar vermiştir.

1. Trabzon Dernekler Federasyonu Gençlik Kolları’nın sahur etkinliğinde konuşan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bahsettiği diğer toplumsal konuların yanı sıra LGBTİA+’larla ilgili nefret söylemlerinde bulundu. “Amerika dünyanın her yerinde erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla evlensin istiyor. Lut kavmi gibi olacaksınız, haşr bulacaksınız. Ben size ne diyeyim? Biz neymiş buna müsamaha göstermiyormuşuz.” ifadelerini kullanan Soylu, söz konusu nefret söylemleri ile LGBTİA+’ların özel yaşama saygı hakkı ve ayrımcılık yasağını ihlal etti.

2. Cumhuriyet Başsavcılığı Fikri ve Sınai Suçlar Soruşturma Bürosu’nun Kadın Cinayetleri Platformu Derneği hakkında hazırladığı iddianamede, Derneğin “terör örgütüne destek veren yayınlar” yaptığı ve “amacından sapıp ahlak dışı işler yaptığı” iddialarında bulundu ve Dernek hakkında fesih davası açıldı.

3. İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi Kadın Komisyonu, kadınların 2021’de maruz bırakıldığı hak ihlallerine yer verdiği raporunu yayımladı. Rapora göre bir yılda, bölgede yaşayan 863 kadın hak ihlaline uğramış durumda.

4. Eğitim-Sen Didim Şubesi’nden 3 kadın yöneticinin görev yerleri, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından İstanbul Sözleşmesi eylemlerine katıldıkları gerekçesiyle değiştirildi.

5. BETAM tarafından hazırlanan “İstanbul İşgücü Piyasası: Yapısal Özellikler ve Sorunlar” araştırmasındaki tespitlere göre kadınların iş gücüne katılım oranı geçtiğimiz bir yıl içinde %37,6’dan %33,6’ya geriledi. 2018 yılından bu yana ise İstanbul özelinde yaklaşık 200 bin kadın işgücü kaybı mevcut.

6. 31 Mart 2022 tarihli ve 5360 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile hijyenik ped ve tampon gibi menstrüel ürünlerdeki KDV oranı %18’den %8’e düşürüldü. Ancak anılan ürünlerin isimlerine Karar’da yer verilmedi ve ürünler “Türk Gümrük Tarife Cetveli’nin 9619.00 pozisyonunda yer alan mallar” ifadesiyle tarif edildi. Karara, regl yoksulluğu karşısında etkili bir adımın vergi oranını sıfıra indirmek olacağı gerekçesiyle STK’ler tarafından itiraz edildi, vergi indiriminin yetersizliği ve “hijyenik pek ve tampon” ifadelerini kullanmaktan kaçınmanın toplumsal kalıp yargıları beslediği vurgulandı.

7. Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma Merkezi tarafından 2500 kişiyle yapılan görüşmeler neticesinde hazırlanan Türkiye'de Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı Araştırması"na göre kadınların %70’i yaşadıkları en büyük sorunu şiddet olarak tanımlıyor. Diğer sorunlar arasında işsizlik, eğitimsizlik, sokakta baskı ve taciz, aile baskısı, kadın erkek eşitsizliği ve çevre/mahalle baskısı yer alıyor.

8. İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından hazırlanan "Kültür-Sanat Dünyasında Toplumsal Cinsiyet: Tartışmalı Konular, Yapısal Sorunlar, Çözüm Önerileri" başlıklı rapora göre, sektörde kadınlar arasında yaşanan eşitsizliğin başlıca sebepleri arasında yaygınlık sırasıyla mesleki hiyerarşi, sosyo-ekonomik durum, fiziksel özellikler, yaş, cinsiyet kimliği, etnik köken ve cinsel yönelim yer alıyor. Araştırmaya katılanların %58’i taciz ve mobbinge maruz bırakıldığını beyan ediyor ve %81’i iş hayatında toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmadığını düşünüyor.

9. Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği ve KONDA Araştırma’nın hazırladığı “Pandemide Evde Bakım ve Zaman Kullanımı” başlıklı rapora göre, kadınların yüzde 67’si ev işlerini tek başına yaparken evli kadınların yüzde 75’i ev işlerini tek başına yapıyor. Ayrıca erkekler ev işlerine bir günde yarım saat zaman ayırırken kadınların yaklaşık 3 buçuk saati ev işleriyle geçiyor.

10. On beş yıldır Tarlabaşı’nda faaliyet yürüten Tarlabaşı Toplum Merkezi hakkında açılan yokluğun tespiti davasında İstanbul Valiliğinin avukatı tarafından “derneğin resmi faaliyetinin 2007 yılında sona erdiği” iddiasında bulunuldu. İlk duruşması İstanbul 8. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde görülen dava 29 Eylül’e ertelendi.

11. 30 Haziran 2021’de Eskişehir Onur Yürüyüşü’nde gözaltına alınan 14 LGBTİA+ aktivist ve 2 gazeteci hakkında 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na aykırılık gerekçesiyle görülen davanın ikinci duruşmasında tüm sanıklar hakkında beraat kararı verildi. Dosyada yer alan bilirkişi raporu ile yürüyüş gerçekleşmeden dağılan LGBTİA+’ların işkenceyle gözaltına alındığı doğrulanmıştı.

12. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının iptali ve yürütmenin durdurulması talebiyle yaklaşık 200 dava açılmıştı. Bu davalardan 10’unun duruşması, 28.04.2022 tarihinde Danıştay’da görüldü. Davayı takip etmek üzere 600’ü aşkın kadın avukat ile kadın ve LGBTİA+ aktivistler Danıştay’a gitti. Savcılığın kararın iptaline ve yürütmenin durdurulmasına yönelik görüşünün açıklanmasının ardından Heyet, kararın daha sonra açıklanacağını belirterek duruşmayı sonlandırdı.

13. Endonezya Parlamentosunda geçtiğimiz altı yıl boyunca tartışılan ve cinsel suçların kovuşturulmasına özgü bir yasal mevzuatın bulunmamasının doğurduğu olumsuz sonuçları gidermeyi amaçlayan “cinsel şiddete karşı yasa tasarısı” onaylandı.

14. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dayanışma Ağı (AĞ-DA) tarafından hazırlanan “Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Şeytanlaştırılması: İstanbul Sözleşmesi Karşıtlığı ve Medya” ve “İstanbul Sözleşmesini Savunmak: Toplumsal Cinsiyet Temelli Nefret Söylemiyle Mücadele İçin Politika Önerileri” başlıklı raporların, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının resmiyet kazandığı 1 Temmuz tarihinde yayımlanacağı duyuruldu.

15. Taliban yönetimi tarafından kurulan Fazilet Yayma ve Ahlaksızlığı Önleme Bakanlığı tarafından yanında erkek bir refakatçi bulunmayan kadınların seyahat etmeleri yasaklandı, kadınların parklara erişimi kısıtlandı ve İslam hukukuna uygun yeni bir form kazanana değin okulların kapalı kalacağı duyuruldu.

16. İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından hazırlanan "'Sıradaki Ben Olabilirdim': Maldivler'de Engellenen Reformlar" başlıklı rapora göre kadın ve LGBTİA+ aktivistlere yönelik nefret söylemlerine ilişkin soruşturma ve kovuşturma süreçleri yeterli bir şekilde yürütülmüyor ve Covid-19 barışçıl protestoları kısıtlamanın bir aracı haline getiriliyor.

17. Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) tarafından hazırlanan Mart 2022 tarihli Dava Gözlem Raporu yayımlandı. Rapora göre Mart ayında hakim karşısına çıkan 117 aktivist arasında İstanbul Sözleşmesi bizim demek için barışçıl gösteri, yürüyüş ve basın açıklamalarına katılanlar; 889 haftadır bir araya gelen Cumartesi Anneleri/İnsanları ve Onur Yürüyüşü’ne katılanlar bulunuyor.

18. ABD Oklahoma’da kürtaja yalnızca "tıbben acil bir durumda hamile kadının hayatını kurtarmak amacıyla" izin veren yasa tasarısı 14’e karşı 70 oy ile kabul edildi.