Yazar: Dr. Ahmet Mert Duygun
Günümüzde internetin ifade özgürlüğünün kullanımında neredeyse en önemli araç haline gelmesi3, ifade özgürlüğünün sınırlarını yeniden düşünmeyi gündeme getirmektedir. Bu noktada son zamanlarda Türkiye’de sosyal medya düzenlemesinde dezenfarmasyonla mücadele amacıyla „Almanya modelinin“ esas alınacağı sıklıkla ifade edilmektedir.4 Bu da Almanya modelinin neyi ihtiva ettiği sorusunu sormamıza neden olmaktadır.
Federal Almanya’da yalan haberle hukuk yoluyla mücadelenin farklı hukuk disiplinleri açısından farklı kanunlarda düzenlendiğini söylemek mümkündür. Bu noktada şüphesiz akla ilk gelen ve kamuyounda da en çok dile getirilen normlar ceza hukuku normlarıdır.
Alman Ceza Kanunu‘nun 186 ve 187. maddesi, başta siyasi yaşamda halkın gözü önünde bulunan kişilere karşı olmak üzere kamusal alanlarda yapılan iftira ve yalan haber faaliyetinin cezalandırmasını öngörmektedir. Kanunun 186. Maddesi „ karalama (üble Nachrede)“ suçunu düzenlerken, 187. Maddesi ise „iftira (Verleumdung)“ suçunu düzenlemektedir. Ancak burada özellikle haber faaliyetinin mutlaka muhatabını „aşağılama/küçük düşürme“ amacı gütmesi gerekmektedir.5 Diğer bir ifadeyle fail, haberin yalan olduğunu bile bile (wider besseres Wissen) bu yalan haberi kitlesel iletişim araçlarında yayacak ve haberin öznesini küçük düşürme saiki güdecektir.
Ancak ceza hukukunun ultima ratio (son çare) niteliği gereği bu araçlara en son başvurulması gerekliliği de bir kez daha vurgulanmalıdır. Nitekim Federal Alman yasakoyucu da ceza hukukunun bu yönünü dikkate almış olacaktır ki; başta sosyal medya olmak üzere internette dezenfarmasyonla hukuki mücadele için başka bir hukuki düzenlemeye ihtiyaç duymuştur. Bu ihtiyacın sonucu olarak ortaya çıkan Alman Sosyal Ağ Uygulama Kanununa aşağıda kısaca değinilecektir.
Yasanın görüşülmesi sırasında bu sürelerin oldukça kısa olduğu yönünde eleştiriler muhalefet partilerince yapılmıştır. Özellikle ifade özgürlüğü ve kişilik hakları arasındaki tartımın çok ince bir çizgide yürütülmesi gerektiği göz önünde bulundurduğunda, bu sürelerin kısa olduğu açıktır.8
Kanuna getirilen bir başka eleştiri is, sosyal medya platformlarının içerik silme sorumluluğu ve bu sorumluluğa riayet edilmemesinin sosyal medya plaformlarını kamu gücünün „ yardımcı ajanı“ pozisyonuna soktuğu yönündedir. Hatta öyle ki sosyal medya platformları yapabilecekleri inceleme sırasında adeta “geçici yargıç (vorlaeufiger Richter)“ gibi bir içeriğin suç teşkil edip etmediğine; gerçek olup olmadığına karar verecek ya da açık (offensichtlich) hukuka aykırı bir içeriği basit (einfach) hukuka aykırı bir metinden ayırt edeceklerdir.9
Diğer bir yönüyle de bu işlemlerin muhatabı olan gerçek ya da tüzel kişiler, devlete karşı negatif statü hakkı olarak ifade özgürlüklerini ileri sürmek yerine öncelikle karşılarında muhatap olarak sosyal medya platformlarını bulacak ve ancak onlara karşı dava açtıktan sonra bu durumda temel hakların yatay etkisi yoluyla devletin sorumluluğuna gidilebilecektir.10
Son olarak Sosyal Ağ Kanunu ile ilgili yeni bir gelişmeden de bahsetmek gerekmektedir. Federal Adalet Bakanlığının Sosyal Ağ Kanunu’na dayanarak çıkardığı yönetmelik uyarınca 1 Şubat 2022 tarihinden itibaren sosyal medya platformları yalan haber kapsamındaki içeriklikleri sadece denetleyip silmekle yükümlü olmayacak aynı zamanda ceza hukuku kapsamında suç teşkil eden içerikleri de Federal Kriminal Büroya(Bundeskriminalamt) bildirmesi gerekmektedir.11 Google ve Facebook gibi büyük platformlar; bu düzenlemenin ölçüsüz olduğunu ve her içeriğin denetlenmesinin ve bildirilmesinin olanaksız olduğunu belirterek Köln İdare Mahkemesi‘nde Federal Adalet Bakanlığı!nın bu düzenleyici işlemine karşı yürütmenin durdurulması talebini de içerecek şekilde dava açmış; Federal Adalet Bakanlığı da bu davanın sonuçlanmasına kadar Google ve Facebook‘un bu yükümlülüklerini yerine getirmesi hususunda ısrar edilmeyeceğini açıklamıştır.
Federal Alman Hukuku açısından öncelikle ifade özgürlüğü konusunda Federal Alman Anayasa Mahkemesi’nin 1960’lı senelerden itibaren ifade özgürlüğünü ve daha özelinde basın özgürlüğünü olduka özgürlükçü biçimde koruyan bir içtihadın geliştirildiğini söylemek gerekir. Burada Mahkeme olgu (Tatsache) ve değer yargısı (Werturteil) ayrımı yapmakta ve değer yargılarının cezalandırılmayacağını, bir olgunun ise gerçek olmadığının ancak açıkca tespit edilebilir olduğu veya bilinçli bir şekilde yalan söylendiği takdirde cezalandırılabileceğini ifade etmektedir. Ancak bu da oldukça dar yorumlanmalıdır; çünkü bir ifade abartılı, polemikçi de olabilir ve bu durumda da ifade özgürlüğünün koruma alanından faydalanır.12 Burada belirtmek gerekir ki bu olgunun gerçek olmadığı yahut popüler tabirle “yalan haber (fake news)” olduğu her durumda apaçık belli değildir; bir ifade kullanıldığında ya da bir haber yayınlandığında bu ifadenin/haberin doğru olmama olasılığı yahut sonradan doğruyu yansıtmadığının ortaya çıkması her daim mümkündür; böyle bir durumda bunu cezalandırmak haber alma hakkının; kitlesel iletişimin ve ifade özgürlüğünün kullanılmasını olanaksız hale getirecektir.13 Bu nedenle örneğin bir olayın gerçek olup olmadığına dair bir şüphe dahi14 ifade özgürlüğünden yana yorumlanacak ve burada ceza hukukunun araçlarına yer verilmeyecektir. Ya da bir haber doğru olmakla beraber birtakım abartı (Übertreibung) ögelerine yer veriyorsa burada suça konu olan fiilin gerçekleştiğinden bahsetmek olanaksızdır.15
Değer yargıları ise hiçbir suretle yalan haber kapsamına girmeyecek; örneğin Alman akademisyenlerce de belirtildiği üzere bir siyasetçi yahut bürokrat yahut hakim için için “ahlaksız (Lump)- alkolik- hukuk katili vs. ” sözleri kullanıldığında burada yalan bir olgu isnat edilmediğinden yalan haber kapsamına girmeyecektir.16 Bu kurala özellikle seçim kampanyası zamanında ayrıca riayet edilmelidir.17
4) Sonuç Yerine
Son olarak Türk Hukuku‘ndaki güncel tartışmalar açısından değinmek gerekir ki, bir kanunun lafzı kadar önem teşkil eden – hatta daha da önemli olan- hukuki gerçeklikte uygulanmasıdır. Başta Türk Ceza Hukuku olmak üzere Türk Kamu Hukuku‘nun temel olarak Alman Hukuku‘nu mehaz aldığı ortadadır; buna karşın ifade özgürlüğüne ilişkin temel konularda başta (terör propagandası, hakaret suçu vb.) çok sayıda hüküm; uygulamada yargı organlarınca çok geniş yorumlanmış ve bu durum Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi nezdinde çok sayıda ihlal kararına yol açmıştır.21 Dolayısıyla iki ülkedeki yargıç pratiği farklılığı dikkate alınmaksızın “yalan haber” ile mücadele adına doğrudan aynı hükümlerin iktibas edilmesi hukuki açıdan ifade özgürlüğü aleyhine olumsuz sonuçlar doğuracaktır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin son pilot kararlarından biri,22 yasa koyucunun sosyal medya platformları başta olmak üzere internet içerikleri ile ilgili düzenleme yapma ihtiyacının sınırlamadan öte özgürlükleri genişletme yönünde olduğunu göstermektedir. Mahkeme, kamuoyunda bazı çevrelerce dile getirilen düzenleme taleplerinin tam aksi yönünde yasa koyucunun erişim engelleme kararları konusunda basın özgürlüğü ve etkili başvuru yolunu ihlal eden 6551 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'un 9. maddesini değiştirmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bu da ifade özgürlüğünün bir aracı olan internete ilişkin daha fazla sınırlamadan öte, ifade ve basın özgürlüğünü internet yoluyla kullanılmasına korunmasına ilişkin temel güvencelerin daha da arttırılması gerekliliğini bir kez daha işaret etmektedir.