Bilim Özgürlüğü ve Anayasal Sadakat

MENU

Bilim Özgürlüğü ve Anayasal Sadakat

Yazar: Prof. Dr. O. Korkut Kanadoğlu

I. Bilim Özgürlüğünün Koruma Alanı - Kapsamı
Bu temel hak, bilim insanının devletin müdahalelerine karşı belirli bir özgürlük alanına sahip olmasını güvence altına alır. Bu alanda, bilgilerin elde edilmesindeki bilimin kendine özgü yasalarına dayanan usuller, davranış biçimleri ve kararlar ile bunların anlamlandırılması ve yeniden aktarılması korunur.1 Bilim için kurucu olan doğrunun aranması ve bilişsel süreçlerin ilkesel olarak tamamlanmamış olmasıdır.2 Bu bağlamda araştırma, doğrunun belirlenmesine yönelik içerik ve biçimi bakımından ciddi ve planlı bir deneydir; yeni bilgilerin yöntemsel, sistematik ve denetlenebilir biçimde kazanılması etkinliğidir.3 Tüm hazırlayıcı ve destekleyici çalışmalarıyla birlikte bütün araştırma faaliyetleri koruma altındadır. Üniversite öğretim üyelerinin derslerinin içeriğini, yöntemini ve aktarılışını belirlemesi de bu özgürlüğün koruma alanına girer.

Bunun dışında bu özgürlük, bilimin devletle ilişkilerini düzenleyen temel ilkeleri de içerir. Buna göre devlet kamusal araçlarla kurulmuş ve sürdürülen bilimsel kurumlar alanında uygun örgütsel tedbirlerle, özgür bilimsel çalışma temel hakkının dokunulmaz kalmasını sağlamalıdır. Aynı şekilde üniversitelere ilişkin örgütlenme kuralları, üniversite mensuplarına, özellikle öğretim üyelerine özgür bilimsel faaliyetleri için olabildiğince geniş bir alanı güvence altına almalıdır.

II. Bilim Özgürlüğünün Sınırları
Bilim özgürlüğü Anayasa’da hiçbir sınırlama kaydı içermeksizin düzenlenmiştir. Bu nedenle burada doğrudan Anayasanın kendisinden kaynaklanan sınırlar bulunmaktadır. Buna göre bilim özgürlüğü de sınırsız olamaz, bir bilim insanı da faaliyetlerinde özellikle de ilgili deneylerinde diğer kişilerin yaşam, sağlık ve mülkiyet haklarını ihlal edemez.

Bilim özgürlüğü güvencesiyle diğer bir anayasal garanti altındaki hukuksal bir değerin korunması arasındaki çatışma ancak anayasal değerler düzeni ve değerler sisteminin bütünlüğü dikkate alınarak yapılacak bir anayasal yorum ile çözülebilir. Çatışan anayasal değerlerin dikkate alınmasıyla zorunlu hale gelen sınırlama ya da içerik belirlemesi genel olarak değil, ancak somut olayda tartım yapılarak gerçekleştirilebilir. Bu meşru müdahalelerin anayasal sınırları yine tüm temel hak ve özgürlükler için aynı gereklilikleri öngören ölçülülük ilkesinden elde edilir. Dolayısıyla her temel hak ve özgürlük sınırlaması ayrı ayrı işlevleri olan hem sınırlama kayıtları hem de ölçülülük ilkesi bağlamında bir denetime tabi tutulur.

III. Anayasal Sadakat
Bilim özgürlüğünün Anayasaya sadakat yükümlülüğünden ayrılamayacağına ilişkin Anayasa hükmü4, koruma alanının daraltılması anlamına gelir. Fakat sadakat yükümlülüğü koruma alanının kapsamını ancak öğretimin sınırlı alanı için sınırlar ve bu nedenle sınırlı bir anlamı vardır: Bağlılık kaydı akademik öğretim üyesine, bilimin sınırlarından taşmama yükümü dışında herhangi bir yüküm yüklemiş değildir. Bu nedenle, Anayasaya sadakatsiz davranışlara karşı, ancak bu sadakatsizliğin aynı zamanda bilime aykırılık niteliği taşıması olasılığında müdahale edilebilir.5 Tarihsel oluşumu gereği sadakat yükümlülüğü, Anayasayı yalnızca kürsüden aşağılayan, lekeleyen ve hakarete uğratan bir siyasete karşı korur.6 Nitekim AİHM’e göre de yükseköğretim kurumunun niteliğini hiçbir şekilde dikkate almayan bir sadakat testinin kategorik olarak uygulanması bilim özgürlüğüne ölçüsüz bir müdahaledir.7

Anayasa’nın 130. maddesinde üniversite, bilimsel çalışmaların yapıldığı ve bilimin öğretildiği kurum olarak nitelendirilip bilimsel ve idari özerkliğe sahip kılınarak diğer kamu kurumlarından farklı değerlendirilmiştir. Anayasa Mahkemesi de öğretim elemanları yönünden diğer kamu görevlilerine nazaran daha güvenceli bir personel rejiminin öngörüldüğünü saptamıştır8.

Öğretim elemanları hakkında yapılacak düzenlemelerde, bilimsel özerkliğe dayalı bu farklılığın dikkate alınması gerektiği açıktır.

IV. Akademik İfade Özgürlüğü
Yükseköğretim Kanunu’nun 53. maddesinin b bendinin 6/a alt bendinde9 yer alan “Terör niteliğinde eylemlerde bulunmak veya bu eylemleri desteklemek, kamu imkân ve kaynaklarını bu örgütler için kullanmak ya da kullandırmak”, kamu kurum ve kuruluşları ile vakıf yükseköğretim kurumlarında öğretim elemanı ve memur olarak bir daha atanmamak üzere kamu görevinden çıkarma cezasını gerektiren fiiller arasında sayılmıştır.

Bu hükmün yorumunda, “eylem” ile “ifade” arasındaki farkın dikkate alınması bir zorunluluktur. İfade özgürlüğünün koruması altındaki görüş açıklamaları, kesinlikle terör eyleminde bulunmak olarak nitelendirilemez. 2001 Değişiklikleri kapsamında Anayasa’nın gerek Başlangıç bölümünde gerekse 14. maddesinde “faaliyetler“ sözcüğüne yer verilmesi de aynı demokratik anlayışın bir sonucudur.

“Terör eylemlerini desteklemek”, ibaresinin yorumunda ise ifade özgürlüğünün terörle mücadele kapsamında en çok müdahale ve sınırlamaya maruz kalan temel haklardan biri olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir. Türk hukukunda terör ile bağlantılı her tür düşünce açıklaması değil yalnızca terör örgütlerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda yapılması suç olarak kabul edilmiştir.

Nitekim 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2. maddesindeki propaganda yasağını düzenleyen hükmü, bu amaçla 11.04.2013 tarih ve 6459 sayılı Kanun ile değiştirilmiştir. Bu değişiklik sonucu; terör örgütünün propagandası suçunun oluşabilmesi için; örgütün 'cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da teşvik edecek şekilde' yapılması zorunlu kılınarak, sınırlamanın AİHS uygun hale getirilmesi amaçlanmıştır.

6/5/2005 tarihli Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'ne göre; 'bir terör eylemini işlemeye alenen teşvik', terör suçunun işlenmesini kışkırtmak niyetiyle, böyle bir eylemin dolaylı olsun veya olmasın terör suçlarını savunarak, bir veya birden fazla suçun işlenmesi tehlikesine yol açacak bir mesajın kamuoyuna yayılması veya başka bir şekilde erişilebilir hale getirilmesi anlamına gelmektedir.

Anayasa Mahkemesi, bu tespitleri üniversiteler bakımından da teyit etmiştir;10 “Üniversitelerin amacı bilimsel araştırma yapmak, bilimsel araştırmalarla toplumsal gelişmeye katkı sağlamak ve nitelikli insan gücü yetiştirmektir. Bu amaca ulaşmak için düşünce açıklanmasının desteklenmesi de şarttır. Dolayısıyla akademisyenlerin açıkladıkları görüşler kendi araştırma, mesleki uzmanlık ve yeterlilik alanlarına ilişkin olmasa, tartışmalı olsa veya rağbet görmese dahi ifade özgürlüğünün sıkı koruması altında kalmaktadır. Uzmanlık alanı dışında olsa dahi akademisyenlerin herhangi bir vatandaş gibi en kritik ve hassas politik meselelerde en güçlü görüşlere bile karşı çıkabilmesi diğer kişilerin görüşlerine göre daha etkili olabilir ve bu sebeple de bir toplum ve ülke için hayati derecede önemlidir. Terör ve şiddeti teşvik ile nefret söylemi dışında ifade özgürlüğünün kullanımına yönelik müdahaleler demokrasiye zarar vermekte ve onu tehlikeye atmaktadır

V. Sonuç
Türkiye’de bilim özgürlüğü alanındaki ihlaller farklı şekillerde de olsa artarak sürmektedir. Tek seçiciye dayalı11, siyasal uysallığı gözeten, özgür düşünceyi reddeden tek tip12 bir yükseköğretim sistemiyle demokrasi içinde gelişmek isteyen bir toplumun özgürlük ihtiyacının karşılanamayacağı açıkça ortadadır.


1 BVerfGE 47, 327, 367.
2 BVerfGE 90, 1, 11.
3 BVerfGE 35, 79, 113; 47, 327, 367.
4 Anayasa’nın 27. maddesine göre; “Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir. Yayma hakkı, Anayasanın 1 inci, 2 nci ve3 üncü maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz.”
5 Bkz. "Berlin Yüksek İdare Mahkemesinin 01.06.1972 tarihli Kararı", Çev. R. Serozan, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 50, Sayı 1-2-3-4, Yıl 1976, sayfa 112, 113,114.
6 Pieroth/Schlink, Grundrechte Staatsrecht II, s. 155.
7 Glasenapp v. Almanya A (104 (1986); 9 EHRR 25, para 128. Ayrıca AİHM, bir ortaokul öğretmenin Almanya Komünist Partisi üyesi olduğu için görevine son verilmesini ölçüsüz bir müdahale olarak değerlendirmiştir. Başvurucunun görevden alınmasının, yeniden öğretmen olarak iş bulmasını imkânsız hale getirdiği ve kendisini geçim kaynağından yoksun bıraktığına ilişkin Mahkeme kararındaki saptamalar özel bir önem taşımaktadır. Aynı kararda ayrıca “doğası gereği herhangi bir güvenlik tehdidi oluşturmayan bir kadroda çalışmak” vurgusu da yapılmıştır (Vogt v. Almanya, A 323 (1995); 21 EHRR 205, para. 61).
8 E. 2017/33, K. 2019/20, Kt. 10/4/2019.
9 Bu hüküm, 15/4/2020 tarih ve 7243 sayılı Kanunun 7. maddesiyle getirilmiştir.
10 Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri Başvurusu (Başvuru No. 2018/17635, 26/7/2019).
11 29.10.2016 tarihinde yürürlüğe giren 676 sayılı Olağanüstü Hal KHK'sı ile Yükseköğretim Yasası'nın 13 üncü maddesinde değişiklik yapılarak, üniversitelerdeki rektör seçimleri kaldırılmıştır. Olağanüstü halin gerekleriyle ilgisi olmayan bu düzenlemenin, olağanüstü hal sonrasında yürürlükte kalmasıyla üniversitelerde olağanüstü hal süresiz kılınmıştır. Böyle bir rektör atama işlemi, Anayasa'nın öngördüğü seçim ve bilimsel özerklikle bağdaşmadığı gibi son zamanlarda üniversitelerde gözlemlenen bütün kararların yönetim kademesi tarafından verilmesi olgusuyla birlikte olağanüstü hal (istisna) durumunu kavramsallaştırmaktadır.
12 YÖK, 2 Temmuz 2017 tarihli duyurusunda bu durumu açıkça tespit etmiştir; “Mevcut durumda üniversitelerimiz genellikle birbirinin benzeri hatta aynısıdır.”, https://mail.google.com/mail/u/1/#inbox/15d00717abeb1ae1.