Güncel Hukuki Karar ve Gelişmeler

MENU

1. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, E. 2021/4000 K. 2021/11403 numaralı kararında, internet ağı üzerinden elektronik ticarete imkân sağlayan davacı şirketin aracı hizmet sağlayıcısı konumunda olduğu ve taraflar arasında mesafeli satış sözleşmesi ön bilgilendirme formuna göre satıcı tarafın “D… Pastanesi” olduğu, bu durumda davacı aracı hizmet sağlayıcının sunduğu elektronik ortamı kullanan gerçek ve tüzel kişiler tarafından sağlanan içeriği kontrol etmek, bu içerik ve içeriğe uygun mal veya hizmetle ilgili hukuka aykırı bir faaliyetin ya da durumun söz konusu olup olmadığını araştırmakla yükümlü olmadığına karar vermiştir. Uyuşmazlık, davacı şirketin internet sitesi aracılığıyla alınan ürünün ayıplı olmasından kaynaklı olarak bedel iadesine karar verilen Tüketici Hakem Heyeti kararının iptali istemine ilişkindir. Yerel mahkemece, davalının www.….com internet sitesi üzerinden satın aldığı truf paketinin içerisinden izmarit çıkması üzerine ayıplı ürün tesliminden kaynaklı olarak bedel iadesi talebi ile Tüketici Hakem Heyetine başvurduğu; talebin kabul edildiği; içinden sigara izmariti çıkan truf paketinden dolayı davacının sorumlu olduğu; tedarik eden firmaya rücu ilişkisinin kendi iç ilişkileri olduğu; hizmet almaya çalışan tüketicinin www…com ismine duyduğu güvenle söz konusu hizmeti almaya çalıştığı gözetilerek Hakem Heyeti kararının yerinde olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Ancak Yargıtay, 6502 sayılı Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 9. maddesi gereği, aracı hizmet sağlayıcıların, hizmet sundukları elektronik ortamı kullanan gerçek ve tüzel kişiler tarafından sağlanan içerikleri kontrol etmek, bu içerik ve içeriğe konu mal veya hizmetle ilgili hukuka aykırı bir faaliyetin ya da durumun söz konusu olup olmadığını araştırmakla yükümlü olmadığı yönünde karar vermiştir.

2. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi E. 2021/1479 K. 2021/1390 numaralı kararında, davacının davaya söz konusu haberlerin basılı, görsel ve internet kaynaklı medya organlarında “Arkadaşının ÖSYM şifresini çalıp tercih değiştirdi”, “Böyle arkadaş olmaz olsun!” ve “Arkadaşının ÖSYM şifresini çalıp tercihini değiştiren öğrenciye şok hapis cezası” gibi sair başlıklarla ulusal ve yerel medyada uzunca süre gündemde tutulduğunu; davacının söz konusu haberlere ve olayla hiçbir ilişkisi olmadığını; ... isimli şahısla da isim benzerliği dışında hiçbir bağlantısı bulunmadığı halde davacının fotoğrafının davalı şirketin de aralarında bulunduğu birtakım kişi ve kurumlarca haberlerde tekrar tekrar kullanıldığını; davacının bu olaylar nedeniyle son derece elem duyduğunu; çevresindeki herkese olayın gerçek yüzünü açıklamak zorunda kaldığını; açıklasa bile alay konusu hâline gelmekten kurtulamadığını; davacının fotoğrafının facebook profil fotoğrafı olarak kullanılmış olduğundan çevresindeki herkesçe dedikodusu yapılır hâle geldiğini; saygınlığına zarar verildiğini; internet ortamındaki içeriğin kolaylıkla yok edilebilir nitelikte olması nedeniyle İstanbul 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 2018/5 Değişik İş sayılı dosyası ile delil tespiti yapıldığını; 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 86 maddesinin yollamasıyla; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesine ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve 25.maddeleri gözetilerek 10.000,00-Türk Lirası tutarında manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ettiği davada BAM, taraflar arasındaki davanın 5846 Sayılı Yasadan kaynaklanan bir hakkın varlığı, yokluğu veya tecavüze ilişkin bir uyuşmazlık olmayıp, davacının kişisel hesabındaki fotoğrafın izinsiz yayını nedeniyle kişilik hakları kapsamında manevi tazminat talebinde bulunulduğu, davacının kişisel hesabındaki fotoğrafının eser niteliğinde olmadığı anlaşıldığından uyuşmazlığın genel hükümler çerçevesinde Asliye Hukuk Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerektiğine karar vermiştir.

3. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi E. 2020/12193 K. 2021/10356 numaralı kararında, 818 Sayılı Borçlar Kanunu'nun 22. maddesine dayalı olarak yapılan satış vaadi sözleşmesinin ifasının imkânsız olması nedeniyle açılmış müspet zarara ilişkin tazminat davasında, taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanunu'nun 125. maddesi gereğince on yıllık zamanaşımı süresi uygulanacağı ve bu sürenin sözleşmenin ifa olanağının doğmasından sonra işlemeye başlayacağı; ancak satışı vaat edilen taşınmazın, sözleşme ile veya fiilen satış vaadini kabul eden kişiye, yani vaat alacaklısına teslim edilmiş olması halinde, on yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra açılan davalarda, zamanaşımı savunmasının Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesi uyarınca iyi niyet kuralları ile bağdaşmayacağından dinlenmeyeceği; olayda, hem dosyadaki taraf beyanları çerçevesinde taşınmazın zilyetliğinin davacıya devredilmiş olması hem de davacı tarafından davalılar aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasının reddi kararının Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde; davacı açısından borcun sona erdiği tarihin 18/03/2009 olup, eldeki davanın 20/08/2009 tarihinde açıldığı göz önüne alındığında zamanaşımı süresinin de dolmamış olmasına rağmen Mahkeme’nin talebin zamanaşımına uğradığı yönündeki değerlendirmesinin hatalı olduğuna hükmetmiştir.

4. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E. 2021/2187 K. 2021/7056 numaralı kararında, inançlı işleme dayalı tapu iptal ve tescili isteğine ilişkin davada, inançlı işlem kabul edilmiş olsa da son kayıt malikinin kötü niyeti ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği; ancak taşınmazı temlik alan davalının ödediğini belirttiği değerin gerçek değerin altında olduğu ve bedelin ödendiğinin de ispat edilemediği; taşınmazda hala davacıların ikamet etmekte olup taşınmazın satın alınmasından itibaren yaklaşık 1 yıl sonrasında kira sözleşmesi düzenlendiği; davalı tanığının da evin sadece resimlerden bakılarak alındığı beyanı da tüm olgularla birlikte değerlendirildiğinde tapu iptal ve tescile karar verilmemesinin kararın bozulmasını gerektiğine hükmetmiştir.

5. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E. 2019/3868 K. 2021/3708 numaralı kararında, ehliyetsizlik ve vekâletnamenin hile ile alınıp kötüye kullanıldığı hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali-tescil, olmadığı takdirde tazminat isteğine ilişkin davada, davalılardan vekil ...'in bankada çalışan ve banka ile arasında mali problem bulunan ağabeyi davalı ...'ın davalı Şirketin yönetim kurulu başkanı olan ...'i daha önceden tanıdığı, akit tarihinde 20 ve 25 yaşlarında olan ... ve ...'ın davaya konu taşınmazları kendilerine aitmiş gibi satışa çıkardıkları, ancak tapudaki işlemden önce bunun böyle olmadığının Şirketin yönetim kurulu başkanı ... tarafından da öğrenildiği, buna rağmen satışın gerçekleştirildiği, Şirket tarafından yapıldığı belirtilen çekle ödemelerin de vekil ...'e yapılmadığı, aksine ona ciro ettirildiği hazırlık soruşturması evrakı, tanık anlatımları ve tüm dosya içeriğinden anlaşıldığı; bu durumda vekaletnamenin kötüye kullanıldığının davalı Şirket tarafından bilindiği ya da kendisinden beklenen özen gösterilse idi bilebilecek durumda olduğu, TMK'nin 2. ve 3. maddelerine uygun hareket etmediği sonuç ve kanaatine varıldığından tapu iptali-tescil isteğinin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile hüküm kurulması isabetsiz olduğundan kararın bozulması gerektiğine hükmetmiştir.

6. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, E. 2017/2647 K. 2021/1161 numaralı kararında, tarafların 27.05.1999 tarihinde evlendikleri, bu evlilikten ortak iki çocuklarının bulunduğu, erkeğin eve sık sık alkollü gelmek suretiyle kusurlu olduğu, buna karşılık kadın eşin ise; tarafların ortak çocuğu C..’nin beyanları ile sabit olduğu üzere, kayınvalidesine ağır küfürler ettiği ve sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığının anlaşıldığı; gerçekleşen bu kusurlu davranışlar karşılaştırıldığında tarafların kusurlarının birbirine denk olduğundan bahisle, eşit kusurlu sayılamayacakları; boşanmaya sebep olan olaylarda kadının ağır, erkeğin ise az kusurlu olduğu yönünde karar vermiştir. Kararda, tarafların eşit kusurlu olduğunun kabulü ile dosya kapsamına uygun düşmeyen bu kusur belirlemesine bağlı olarak kadın eş yararına yoksulluk nafakasına hükmedilmesi ve ayrıca erkek eşin tazminat taleplerinin reddine karar verilmesinin yasal düzenleme ve ilkelere uygun olmadığı ifade edilmiştir.

7. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2017/3177, K. 2021/1162, numaralı kararında, boşanmada güven sarsıcı davranışlarda bulunanın kusurunun yaşanan tartışmada eşini sokak ortasında çekiştirenin kusurundan daha ağır olduğuna karar vermiştir. Kararda tarafların 25.08.2013 tarihinde evlendikleri, ortak çocuklarının bulunmadığı, kadının 2014 yılı Ağustos ayında çalıştığı banka tarafından düzenlenen kursa katıldığı, burada aynı banka çalışanlarından… isimli şahısla tanıştığı, kurs süresince bu şahıs ile normal arkadaşlığın ötesinde yakınlaştıkları, kurs sonrasında tarafların yoğun olarak telefonla görüşüp mesajlaştıkları, görüşmelerinin devam ettiği, tarafların mesaj içeriklerinin karşılıklı olarak aşk barındırdığı, tüm bunların dosyada mevcut görüntü, fotoğraf ve telefon kayıtları ile sabit olduğu, yaşanılan bu olay nedeniyle taraflar arasında tartışma yaşandığı, tartışma anında erkeğin eşini çekiştirdiği, çantasını yere attığı ve müşterek konuttan ayrıldığı anlaşıldığından gerçekleşen bu kusurlu davranışlar karşılaştırıldığında tarafların kusurlarının birbirine denk olduğundan bahisle, eşit kusurlu sayılamayacakları, boşanmaya sebep olan olaylarda güven sarsıcı davranışları nedeniyle kadının ağır, erkeğin ise az kusurlu olduğuna karar vermiştir.

8. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 2018/533 E. , 2021/1189 K. numaralı kararında, İlk derece mahkemesinin davalının babasının hastalığının ilerlediği dönemdeki yardımın Türk kültürü gereğince baba ile kızın birbirine yardımcı olma ölçüsünde bulunduğu, murisin hastalığının ilerlediği evrede Çorum'a giderek hastaneye gidip gelen ve hastanede yattığı dönemde bakım işlerini yapan davalının bir evlattan beklenecek derecede yardımcı olduğu gerekçesiyle sözleşmenin esasen ölünceye kadar bakma sözleşmesi niteliğine haiz olmadığını, sözleşmenin bağışlama sözleşmesi niteliğinde olduğunu kabul ederek muvazaalı işlemin iptaline hükmettiği kararında direnmesi üzerine, 14.06.2011 tarihinde tedavi gördüğü kanser hastalığı nedeniyle vefat eden murisin, ölmeden önce 12.05.2020 tarihinde kızı ile yaptığı ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle yaptığı temlikin muvazaalı olup olmadığı incelenmiştir. Hukuk Genel Kurulu; ölünceye kadar bakma sözleşmesinin kanunda düzenlenen isimli sözleşmelerden olduğunu ve tam iki tarafa borç yükleyen ivazlı bir sözleşme olduğunu belirterek, tarafların TBK m. 614 hükmünde düzenlenen karşılıklı borçlarını hatırlatmıştır. Hukuk Genel Kurulu, 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını vurgulayarak, muris muvazaasında bağış sözleşmesi genellikle görünüşte yapılan satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlediğinden, diğer mirasçılar tarafından ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle yapılan temliklerin de muris muvazaası nedeniyle geçersiz olduğunun ileri sürülebileceğini kabul etmiştir. Hukuk Genel Kurul’u ölünceye kadar bakma sözleşmesinde muvazaanın var olup olmadığının tespitinde; sözleşme tarihinde murisin yaşının, fiziki ve genel sağlık durumunun, aile koşulları ve ilişkilerinin, elinde bulunan mal varlığının miktarının, temlik edilen malın tüm mamelekine oranının, bu oranın makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığının dikkat edilmesi gereken unsurlar olduğunu belirtmiştir. Somut olayda davalı mirasçının, babasının 7 yıl süren kanser tedavisi boyunca gerek Ankara gerekse Çorum’da bakımını üstlenmesi, bu süreçte kalp ameliyatı olan annesine de bakması, sözleşmenin gerçekleştirilmesinden sonra Çorum’a taşınarak babasının ölümüne kadar bakımını üstlenmesi ve murisin dava konusu taşınmaz haricinde dört adet bağımsız bölüm ile 300 dönüm kadar arazisinin olmasına rağmen bu taşınmazların devredilmemesi nedenleriyle mal kaçırma amacıyla bağış sözleşmesi yapma saikinin olmadığına, ölünceye kadar bakma sözleşmesinin muris muvazaası nedeniyle geçersiz olmadığına karar vererek, ilk derece mahkemesinin direnme kararını bozmuştur.

9. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 2017/3156 E. , 2021/1209 K. numaralı kararında, TMK madde 166/1 hükmü doğrultusunda evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı iddiasıyla boşanma davası açma hakkına ağır kusurlu davacı eş dahi sahip olmakla birlikte bu durumda hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmamak şartıyla kusursuz, az kusurlu veya eşit kusurlu davalı eşin TMK madde 166/2 hükmü gereğince itiraz etme hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Davalı eşin itiraz hakkının var olup olmadığına karar verilebilmesi için, kusur oranın tespit edilmesi gerekmektedir. Somut olayda sadakat yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle ağır kusurlu olan erkek eş, TMK madde 166/1 hükmüne dayanarak evlilik birliğinin sarsılması nedeniyle boşanma davası açmıştır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, İlk Derece Mahkemesinin kusursuz kabul ettiği davalı kadın eşi, ağır tahrik altında dahi olsa davacı erkek eşin yüzünü tırnağı ile yaraladığı için az kusurlu bulmuştur. Ancak az kusurlu bulunan davalı kadın eşin itirazının hakkını kullanmasının, evlilik birliğinin eşler ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmaması, taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte geçimsizliğin var olması, olayların akışı karşısında davacının dava açmakta haklı olduğu ve bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın kanunen mümkün olmadığı nedenleriyle hakkın kötüye kullanımı niteliğinde olacağına oy çokluğu ile karar verilmiştir. Karşı oy kullanan üyeler tarafından ise, davacının yüzündeki yaralanmanın, davacı erkeğin birlikte yaşadığı kadınla birlikte işyerine gelmesi sonrasında davacı ile davalı eş arasında çıkan tartışma sırasında kadının uğradığı ağır fiziksel şiddetten kurtulmaya çalışmasının bir sonucu olarak ortaya çıkmış olduğundan salt bu eylem nedeniyle davalı kadının, davacı eşine fiziksel şiddet uyguladığı ve kusurlu olduğu sonucuna varılamayacağına ve davacı kadının bozma kararında belirtildiği şekilde eşine fiziksel şiddet uygulama eyleminin varlığının kabul edilmeyeceği savunulmuştur. TMK madde 166/2 hükmüne dayalı olarak boşanma kararı verilebilmesi için davalı eşin az da olsa kusuru bulunması gerektiğinden karşı oy kullanan üyeler tarafından boşanmaya neden olan maddi vakıalarda tümüyle kusursuz olan eşin açılan boşanma davasına itiraz etmesi hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilmemiştir.

10. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi E.2021/1582 K. 2021/1951 numaralı kararında, hizmet alım sözleşmeleri; ihale şartları ile belirlenen işin sözleşmede kararlaştırılan bedel ile yapılmasının üstlenildiği sözleşmelerdir. Bu sözleşme türünde yüklenicinin edimi, hizmetin kendi işçisi ile yerine getirilmesi, işverenin edimi ise sözleşme bedelinin ödenmesidir. Sözleşme kapsamında yapılması gereken iş yüklenici işçisi tarafından yerine getirilecektir. Dava konusu olayda, İş akdinin yüklenici ile işçi arasında yapıldığı hususu ihtilaflı değildir. SGK kayıtları da bu hususu doğrulamaktadır. Hizmet alımı tip sözleşmelerinde işverenin, yüklenici tarafından çalıştırılan işçinin ücretinin ödenmesi, sosyal haklarının takibi gibi denetim dışında işçiye karşı bir sorumluluğu yoktur. İşveren ile yüklenicinin İş Kanunu’na göre işçiye karşı müteselsilen sorumlu olmasına rağmen rücu ilişkisinde taraflar arasında imzalanan sözleşmenin uygulanması sözleşme hukukunun en temel ilkelerindendir. İşçilik alacakları işveren tarafından ödenen işçinin; yüklenici işçisi olması, sözleşme ücretine işçinin ücret ve sosyal haklarının dahil olması, işverenin işçilik alacaklarından sorumlu olacağına dair sözleşmede bir hüküm bulunmaması hususları nazara alındığında davacı işverenin işçiyi çalıştıran yüklenicilerden ödediği bedeli ve ferilerinin tamamını talep etme hakkı bulunduğunun kabulü gerekir. Hizmet alım ihaleleri aynı yüklenici tarafından alındığı gibi, değişik yükleniciler tarafından da alınabilmektedir. Bu halde işyeri devri suretiyle işçiler yeni yükleniciye devredildiği için hizmet akitleri kesintiye uğramadan devam etmekte ve işçilik alacakları da bu doğrultuda hesaplanmaktadır. Bu durumda mahkemece yukarıda belirlenen ilkeler çerçevesinde kıdem ve ihbar tazminatı ile bunların ferileri niteliğinde olan yargılama gideri vd. içinde bilirkişiden ek rapor alınıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken bu husus göz ardı edilerek yanılgılı gerekçe ile davalının ödenen bedelin yarısından sorumlu tutulması doğru bulunmamış ve bu sebeple de bozmayı gerektirdiği yönünde karar verilmiştir.

11. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi E. 2021/4333 K. 2021/12888 numaralı kararında, yerel mahkemece, Adli Tıp Kurumu bilirkişi raporları ile Üniversiteden alınan bilirkişi raporu esas alınarak davalının kusuru bulunmadığı gerekçesiyle maddi tazminat talebinin reddine, tedavi yapan doktorların hastanenin kadrolu veya sözleşmeli doktoru olmadığı, kayıt dışı çalıştırıldığı, davacıların hastaneden bekledikleri şifa yerine vahim neticeler ile karşılaşarak manevi olarak yıkıma uğradıkları, davacılar ve davalı hastane arasındaki hizmet sözleşmelerine aykırı olarak kayıt dışı doktora muayene yaptırıldığı ve neticede bekledikleri hizmeti alamadıkları, olay nedeniyle acı ve elem duydukları gerekçesiyle manevi tazminat talebinin kabulüne karar verilmiştir. Mahkemece davalının kusurunun bulunmadığı kabul edilmiş olup bu yön davacılar tarafından temyiz edilmemekle kesinleşmiştir. Bununla birlikte manevi tazminata hükmedilebilmesi için yalnız eylem ile ortaya çıkan sonuç arasında illiyet bağı bulunması yeterli olmayıp, bunun yanında diğer şartların da bulunması gerekmektedir. Buna göre gerek maddi gerekse manevi tazminata hükmedilebilmesi için ortada hukuka aykırı bir eylem ve bu eylem nedeni ile bir zarar yani bu zarar ile eylem arasında bir illiyet bağı ve kusur bulunmalıdır. Somut olayda davalı hastane çalışanı doktorun kusuru bulunmadığına göre ve bu gerekçe ile de mahkemece maddi tazminat talebi reddedildiğine göre aynı gerekçe ile manevi tazminatın şartları oluşmadığından davacıların manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirdiğine karar vermiştir.

12. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi E. 2021/3929 K. 2021/2519 numaralı kararında, eser sözleşmesinden kaynaklanan fazla iş bedelinin tahsili istemine ilişkin davada, taraflar arasında fazla iş yapıldığına dair uyuşmazlık bulunmamaktadır. Sözleşme dışında %30 harici yapılan işler ile ilgili olarak 31.12.2003 tarihli 3 ayrı ek sözleşme düzenlenmiştir. Söz konusu üç ayrı ek sözleşme incelendiğinde, birisinde davacı yüklenicinin çekince şerhi düşmeden imzaladığı, birisinde davacı yüklenicinin “ ekli dilekçemizdeki itiraz kaydıyla” şerhini düşerek imzaladığı, diğerinde de “ihtirazı kayıtla” şerhini düşerek imzaladığı anlaşılmıştır. Bahsedilen ek sözleşmelerin farklı tarihlerde düzenlenmesi söz konusu olmadığından itirazı kayıt taşımayan ek sözleşmeye itibar edilmesi gerekmektedir. Bu ek sözleşmenin davacı yüklenicinin iradesinin fesada uğratılarak veya başka bir geçersizlik hali ile imzalandığı ileri sürülüp ispat edilmediğinden mahkemece söz konusu ek sözleşmenin davacı için bağlayıcı olduğunun kabulü gerekmektedir. Her ne kadar davacı tarafından yargılama aşamasında mali müzayaka halinde bulunduğu gerekçesiyle ek sözleşmeyi imzalamak zorunda kalındığı iddia edilmiş ise de davacı tacir olup, basiretli tacir olarak hareket etmesi gerektiğinden bu durumun iradesini fesada uğrattığının kabulü mümkün değildir. Mahkemece bu hususlar dikkate alınarak davanın tümden reddine karar verilmesi gerekirken, taleple bağlı kalınarak kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur.

13. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi E. 2021/6303 K. 2021/11808 numaralı kararında, Davacı, ... internet sitesi üzerinden ürünlerini sattığını, davalının ... internet sitesi üzerinden mesafeli satış sözleşmesi imzalayarak satış bedeli 6,00-TL olarak görülen ancak gerçek satış değeri 5.999,00-TL olan... siparişi verdiğini, davalının siparişinin firmanın sistemine düştüğünde ürünün fiyat etiketinin hatalı olarak girildiğinin tespit edildiğini, ürünün aslında 5.999,00-TL bedelli olmasına rağmen ... firması tarafından hatalı olarak 6,00-TL olarak satışa sunulduğunu, bu sebeple davalının satışının iptalinin sağlandığını, davalıya ulaşılarak durumun izah edildiğini, zararı oluşmadığı halde müşteri memnuniyetinin sağlanması için 20,00-TL hediye çekinin hesabına yüklendiği ifade edilmiştir. Davalı ise Hakem Heyeti’ne başvurmuştur. Mahkemece; mesafeli satış sözleşmelerinde malın reklam edilen fiyattan temin edilememesinin satışın iptalini gerektirmediği ve satıcının ürünü satışa sunduğu fiyattan alıcıya tedarik etmesi gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davalı, Tüketici Hakem Heyeti'nin 25/03/2019 tarih ve 052320190000897 sayılı kararı ile talebinin kabul edildiğini, ancak Hakem Heyeti kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek kararın iptalini talep etmiştir. Adalet Bakanlığının 07/09/2021 tarihli yazısında; somut olgunun Türk Borçlar Kanunu’nun 30 ve 31 inci maddelerinde düzenlenen yanılma hükümlerine göre değerlendirilmesi gerekirken; mesafeli satış sözleşmelerinde malın reklam edilen fiyattan temin edilmemesinin satışın iptalini gerektirmediği ve satıcının ürünü satışa sunduğu fiyattan alıcıya tedarik etmesi gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı bulunduğu ileri sürülerek; kararın, 6100 sayılı HMK’nin 363’üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca kanun yararına bozulması talep edilmiştir. Mahkemece, mesafeli satış sözleşmelerinde malın reklam edilen fiyattan temin edilememesinin satışın iptalini gerektirmediği ve satıcının ürünü satışa sunduğu fiyattan alıcıya tedarik etmesi gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. (818 sayılı eski B.K. m.23) 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 30. maddesinde “Sözleşme kurulurken esaslı yanılmaya düşen taraf, sözleşme ile bağlı olmaz.” hükmü mevcuttur. Somut olaya bakıldığında; dava konusu olan ... fiyatının 5.999,00-TL olduğu gözetildiğinde ürünün satış bedelinin 6,00-TL olarak girilmesi sözleşmenin kurucu unsurlarından olan bedelde, sözleşme kurulurken esaslı bir yanılma hali olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca davacının anılan sözleşmeyle bağlı olduğundan söz edilemez. Bu durumda mahkemece Türk Borçlar Kanunu’nun 30. maddesi gözetilerek karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup Adalet Bakanlığı’nın bu yöne ilişen kanun yararına bozma isteğinin kabulü gerekmiştir denmiştir.

ANAYASA MAHKEMESİ (AYM) KARARLARI

1. Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü, Abeer Ahmed Nasser Al Radaei (B. No: 2018/15219) başvurusunda, eğitim hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

2014 yılında Fatih Üniversitesi İşletme Fakültesine burslu öğrenci olarak kaydolan başvurucunun, Üniversitenin 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen askerî darbe teşebbüsünün ardından 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname gereği kapatılması sonucunda İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesine nakli sağlanmıştır. Başvurucu 3. sınıfa geçtiğinde oturum iznini uzatmak amacı ile Göç İdaresi Müdürlüğü’ne başvurmuştur. Başvurucu hakkında sorgulama yapılmış ve G-82 (millî güvenliğimiz aleyhine faaliyet) tahdit kaydı bulunduğu görülmüştür. Yapılan yargılama sonucunda başvurucunun eğitim gördüğü üniversitedeki kaydı silinmiş ve sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucunun kararın iptali istemiyle açtığı dava kesin olarak reddedilmiştir. Üniversite öğrencisi olan başvurucu, anılan tahdit kaydının makul bir gerekçeyle konulduğunun tarafına gösterilemediğini ve fakat hakkında sınır dışı edilme kararı verildiğini belirterek eğitim hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.AYM söz konusu başvuruya ilişkin “Anayasa'nın 42. maddesinde vatandaş ve yabancı ayrımı gözetmeksizin herkesin eğitim hakkına sahip olduğu vurgulanmıştır. Bu itibarla yabancı kişilerin de Türk vatandaşları gibi eğitim hakkını haiz oldukları açıktır. Bununla birlikte yabancı bir kişinin eğitim hakkı ile ülkede kalma gerekliliği arasında doğrudan bir bağlantı bulunmamaktadır. Yabancı statüsündeki bir kişinin Türkiye'de bir eğitim kurumunda öğrenci olması, eğitimi süresince Türkiye'den sınır dışı edilemeyeceği anlamı taşımamaktadır.” değerlendirmesinde bulunmuş ve başvurucunun ulusal güvenliği koruma gibi bir meşru amaç doğrultusunda sınır dışı edildiğini söyleyerek eğitim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

2. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü, Yahya Çevik (B. No: 2018/15454) başvurusunda, adil yargılanma hakkı ile seyahat hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

Çocuğun cinsel istismarı suçunu işlediği iddiasıyla yargılanan başvurucu, söz konusu bu yargılamadan beraat etmiş ve beraat kararının ardından 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesi uyarınca haksız yere gözaltında kalması ve adli kontrol tedbiri nedeniyle 20.000 TL maddi ve 40.000 TL manevi tazminat talebiyle dava açmıştır. Maddi ve manevi tazminat davasında yapılan yargılama sonucunda İlk Derece Mahkemesi 31,63 TL maddi tazminat ile 1.000 TL manevi tazminatın gözaltı tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya verilmesine, ayrıca 4.360 TL vekâlet ücretinin ödenmesine karar vermiştir.

Başvurucu karara karşı istinaf yoluna başvurulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi maddi tazminata ilişkin kısma yönelik istinaf başvurularının esastan reddine, manevi tazminata ilişkin kısma yönelik istinaf başvurusunun ise düzeltilerek esastan reddine karar vermiştir. Başvurucu, adli kontrol tedbirine dayalı tazminat talebinin ilk derece mahkemesi tarafından değerlendirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve çocuğun cinsel istismarı suçunu işlediği iddiasıyla açılan davada adli kontrol tedbirine hükmolunması nedeniyle de seyahat hürriyetinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

AYM başvuru doğrultusunda yapmış olduğu incelemede “Uyuşmazlığa konu temel kanuni düzenleme olan 5271 sayılı Kanun'da hangi şartlar altında tazminatın verileceği açıkça sayılmıştır.” diyerek Kanun’da hukuka aykırı olarak verilen adli kontrol kararları ile ilgili olarak bir düzenlemenin bulunmadığına değinmiş ve başvurucunun “iddia ettiği zararlara karşılık açık bir yasal dayanağın bulunmadığı, diğer ifadeyle ortada kanun tarafından açıkça veya dolaylı olarak kabul edilmiş bir hakkın varlığından söz edilemeyeceği, bunun yanında yargısal uygulamaların da bu taleplere imkân verecek veya dayanak oluşturacak şekilde olduğuna dair tespitlerin yapılamadığı” değerlendirmesinde bulunarak adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

Ayrıca AYM, başvurucunun ihlal edildiğini ileri sürdüğü seyahat özgürlüğü hakkının İHAS’ın ek (4) numaralı Protokol’ün 2. maddesinde düzenlendiğini fakat söz konusu bu Protokol’e Türkiye’nin taraf olmadığını ve dolayısıyla seyahat hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğunu kararında belirtmiştir.

3. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, Cüneyt Durmaz (2) (B. No: 2016/35468) başvurusunda, Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Sayıştay denetçisi olarak görev yapmaktayken meslekten çıkarılan başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması soruşturmaları kapsamında dokuz gün gözaltına alınmış ve ardından tutuklanarak kapalı ceza infaz kurumuna gönderilmiştir. Nezarethanede yetersiz koşullarda tutulduğunu ileri sürerek İçişleri Bakanlığı aleyhine tam yargı davası açmıştır. İdare Mahkemesi tarafından “gözaltına alma ve gözaltında tutmanın adli kolluk hizmeti olarak değerlendirilmesi gerektiği ve bu süreçte uğranıldığı ileri sürülen zararın 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu kapsamında açılacak tazminat davasına konu edilebileceği” gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı başvurucu tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine anılan karar Bölge İdare Mahkemesince onanarak kesinleşmiştir. Söz konusu bu başvuruda başvurucu, nezarethanede tutulma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

Öncelikle etkili başvuru hakkının tek başına ihlal edildiğinin ileri sürülmesinin mümkün olmadığını belirten AYM, etkili başvuru hakkının ileri sürülebilmesi için öncelikle Anayasa ile korunan diğer hakların ihlal edildiğine dair savunulabilir bir iddianın olması gerektiğine işaret etmiştir. İlkelerin olaya uygulanması sonucunda AYM, “Nezarethanedeki tutma koşullarının yetersizliğine ilişkin şikâyetlerin çözüm yerinin idari yargı makamları olduğu Anayasa Mahkemesi içtihadıyla ortaya konulmuştur. İdare mahkemelerinin başvurucunun tutulma koşullarını tespit ederek ileri sürülen iddiaların doğruluğunu idare hukuku ilkeleri gereğince değerlendirip ulaştığı sonuca göre meselenin esasına ilişkin bir karar vermesi gerekir. Somut olayda idare mahkemesinin başvurucunun kötü muamele iddiasına temel teşkil eden tutulma koşullarını araştırarak sonucuna göre başvurucunun zararının tazmin edilip edilmeyeceğine karar vermek yerine Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadıyla bağdaşmayacak biçimde davayı görev yönünden reddettiği görülmektedir.” değerlendirmesinde bulunarak başvurucunun etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir.

4. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü, Burcu Reis (B. No: 2016/5824) başvurusunda, Anayasa'nın 20. maddesinde düzenlenen aile hayatına saygı hakkıyla bağlantılı olarak Anayasa'nın 10. maddesinde güvence altına alınan ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar vermiştir. İşçi olarak çalışan başvurucu, diğer bazı kadın çalışanlardan farklı olarak kreş imkânından yararlandırılmadığı iddiasıyla ayrımcılık tazminatı ödenmesi ve çocuğunun kreşine ödediği bedelin de tazmin edilmesi istemiyle İş Mahkemesinde dava açmıştır.

Mahkeme, davayı ayrımcılık tazminatı yönünden kabul ederek başvurucuya tazminat ödenmesine, yoksun kaldığı haklar ile kreşe ödenen bedelin tazmini isteminin ise reddine karar vermiştir.

Tarafların karşılıklı temyizi üzerine Yargıtay Dairesince (Daire) İş Mahkemesi kararı 4857 sayılı İş Kanunu'nda sayılan ayrımcılık temellerinden birinin varlığının ispatlanamadığı gerekçesiyle başvurucu aleyhine bozulmuştur. İş Mahkemesi bozma kararına uyarak davayı reddetmiş, bu karar Dairece onanmıştır. Olağan hukuk yollarının tümünü tüketen kadın başvurucu, aile hayatına saygı hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur.

AYM gerçekleştirmiş olduğu inceleme sonucunda, “Derece mahkemelerinin işverenin farklı muamelenin objektif ve makul bir sebebe dayandığını ispatlama yükümlülüğünü yerine getirmediğini gözetmemiş olduğunu” belirterek ayrımcılık yasağının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

Ayrıca AYM ayrımcılığa yönelik saikin kanıtlanması hususunda şu önemli değerlendirmede bulunmuştur: “Bu durumda -ilk bakışta anlaşılabilen farklı muameleler yönünden- farklı muameleye maruz kalan kişiden farklı muamelenin sebebini ortaya koymasını beklemek anlamlı değildir. Bu bağlamda ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini iddia eden kişiden beklenenin, farklı muamelenin varlığını ispatlamasıyla sınırlı olması gerekir. Bundan öte farklı muamelenin dayandığı sebebi gösterme külfetinin kişiye yüklenmesi kimi durumlarda farklı muamelede bulunanın sadece kendisinin bildiği ve onun zihninde saklı olan sebebi bulup ortaya koyması yükümlülüğü altına sokulması anlamına gelebilir. Buna göre farklı muamelede bulunanın tamamen keyfî davrandığı ve farklı muamelenin sebebinin, maruzu tarafından bilinmesinin mümkün olmadığı veya ispatlanamayacağı durumlarda ayrımcı uygulamayı yapan kişiye hukukun denetiminden kaçırılmış bir alan oluşturma fırsatı verilmiş olur.”

5. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, Ümmügülsüm Şalgar (B. No: 2016/12847) başvurusunda, Anayasa’nın 36. maddesinde hüküm altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Emniyet teşkilatının polis memuru ihtiyacını karşılamak amacıyla yaptığı sınavlarda başarılı olan başvurucu polis meslek eğitimine başlamıştır. Bu süreç içerisinde başvurucu hakkında yapılan güvenlik soruşturması neticesinde eşinin resmî belgede sahtecilik suçundan ceza aldığı ve hükmün açıklanmasının geri bırakıldığı (HAGB) tespit edilmiştir ve ardından başvurucunu Polis Meslek Eğitim Merkezi Müdürlüğünden (POMEM) ilişiğinin kesilmesine ilişkin işlem tesis edilmiştir. İşlemin iptali talebiyle açılan davada İdare Mahkemesi davanın reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine Danıştay, mahkeme kararının onanmasına hükmetmiş ve karar düzeltme istemini de reddetmiş ve böylelikle olağan hukuk yolları tüketilmiştir.

Başvurucu, eşi hakkında HAGB kararı verildiğinin ortaya çıkması üzerine polis meslek eğitim merkezi öğrenciliğinden çıkarılması sebebiyle açılan iptal davasında temyiz isteminin hiçbir gerekçeye yer verilmeksizin reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Başvurucu tarafından ileri sürülen ve sonuca etkili olabilecek söz konusu temel argümanların derece mahkemesince incelenmediği ve gerekçeli kararda anılan hususlara yönelik herhangi bir değerlendirmede bulunulmadığını ve uyuşmazlığa yönelik temel meseleler derece mahkemesince gerekçeli kararda tartışılmadığını belirten AYM, yargılamanın bir bütün hâlinde adil olmaktan çıktığını da söyleyerek, başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

6. Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü, Meral Danış Beştaş (5) (B. No: 2014/1474) başvurusunda, Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar vermiştir.

Başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Demokratik Toplum Partisinin Merkez Yönetim Kurulu üyesi olan başvurucu hakkında Lice Belediyesi tarafından düzenlenen festival kapsamında gerçekleştirilen ağaç dikme törenine katılması nedeniyle başsavcılık tarafından terör örgütü adına suç işleme ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından kamu davası açılmıştır. Olağan hukuk yollarını tüketen ve itirazları reddedilen başvurucu, katıldığı bir etkinlik dolayısıyla hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun üç yılı aşkın bir süre yargılandığını, söz konusu eylemi nedeniyle herhangi bir ceza mahkûmiyeti ile karşılaşmadığını ve üç yıl süresince denetim altına alındığını belirten AYM, kovuşturmanın ertelenmesi kurumunun nitelikleri dikkate alındığında etkileri itibarıyla infazı mümkün hapis cezası ya da para cezasına kıyasla daha hafif bir önlem olduğunun söylenebileceği değerlendirmesinde bulunmuş ve başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin zorunlu bir ihtiyacı karşıladığı ve toplumun terör eylemlerine karşı kendisini koruma hakkı karşısında müdahalenin orantılı olduğu sonucuna ulaşmıştır.

7. Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü, D.D.T (B. No: 2019/5735) başvurusunda, Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Başvuruya konu olan olayda uyuşturucu madde bulundurma suçunu işlediği sonucuna ulaşarak başvurucunun 8 ay mahkûmiyetine karar verilmiş ve mahkûmiyet hükmünün açıklanması geri bırakılmış, ayrıca adli emanette kayıtlı bulunan suç eşyasının 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 54. maddesi uyarınca müsaderesi gerçekleştirilmiştir. Fakat bu müsadere sırasında başvurucunun adli emanette kayıtlı olan cep telefonu da müsadere edilmiştir. Başvurucuya ait cep telefonu ve SIM kartın müsaderesine ilişkin hüküm fıkrasıyla ilgili olarak kararda herhangi bir gerekçe açıklanmamıştır. Başvurucunun bu karara karşı itirazı 14. Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. İtirazı reddedilen başvurucu, suçta kullanıldığı tespit edilemeyen cep telefonunun müsadere edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Soruşturmanın hiçbir aşamasında başvurucunun cep telefonunun suçta kullanıldığına dair bir değerlendirme yapılmadığını ve başvurucunun ihtiyaç duyduğu uyuşturucuyu elde etmek için bu cep telefonunu kullandığının iddia edilmediğini söyleyen AYM, “Bu durumda başvurucunun cep telefonunun kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunun işlenmesinde kullanıldığı mahkeme kararında gösterilmediğinden somut olayın kanunla bağlantısının kurulduğu söylenemeyecektir.” diyerek başvurucunun Anayasanın 35.maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

8. Anayasa Mahkemesi (AYM) Birinci Bölümü Hakan Bozdağ başvurusunda (B. No: 2018/37162), yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ve temyiz başvurusunun süre yönünden reddedilmesi sebebiyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarını incelemiştir. Başvuruya konu olan olayda başvurucu işten çıkarılmış ve işe iade davası açmış, ilk derece mahkemesi davanın kabulüne karar vermiştir. İşveren ise istinaf talebinde bulunmuş ve istinaf talebi kabul edilmiştir. Başvurucu Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararında, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabileceğini belirtmesi dolayısıyla bu süreye uygun olarak temyiz talebinde bulunmuş ancak Yargıtay, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu m. 8/3 uyarınca temyiz süresinin gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren sekiz gün olduğu, sekiz günlük temyiz süresi geçtikten sonra yapılan temyiz başvurularının süresinde yapılmadığını belirterek temyiz talebinin süre bakımından reddine karar vermiştir. AYM, başvurucunun yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasını değerlendirirken, üç dereceli bir yargılamanın 2 yıl 4 ay sürmesinin makul olduğunu ifade etmiş ve bu iddiasını açıkça dayanaktan yoksun olması sebebiyle kabul edilemez bulmuştur. AYM, mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine yönelik yaptığı değerlendirmede ise mahkeme kararlarının hüküm kısmında kanun yolu ve süresinin belirtilmesinin zorunlu olduğunu ifade etmiş, bunun kanun yolunun etkili ve işlevsel bir şekilde kullanılması açısından önemli olduğuna değinmiştir. Başvuru konusu olayda, Bölge Adliye Mahkemesi’nin kanun yoluna başvuru süresini hatalı göstermesinin bir neticesi olarak başvurucunun temyiz başvurusunun reddedilmesinin, Anayasa madde 36’da yer alan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı açısından ihlal oluşturduğuna ve yeniden yargılama yapılmasına karar vermiştir.

9. AYM Birinci Bölümü, İshak İregür ve Diğerleri (B. No: 2018/26811) başvurusunda, konuları aynı olan 21 farklı başvuruyu birlikte değerlendirerek temyiz başvurusunun süre yönünden reddedilmesi sebebiyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasını incelemiştir. Başvurucular işe iade veya iş akdinin feshedilmesi nedeniyle açılmış olan alacak davalarının taraflarıdır. Bölge Adliye Mahkemeleri başvurucuların aleyhinde karar vermiş ve kararında temyiz kanun yoluna iki haftalık süre içerisinde başvurulabileceğini belirtmiştir. Başvurucular bu süreye uygun olarak temyiz taleplerinde bulunmuş ancak Yargıtay, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu m. 8/3 uyarınca temyiz süresinin gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren sekiz gün olduğunu belirterek temyiz taleplerini süre bakımından reddetmiştir. AYM, İshak İregür ve Boyner Büyük Mağazacılık A.Ş.’nin başvurularında, Yargıtay’ın nihai kararlarına başvurucuların avukatları tarafından UYAP ve e-devlet üzerinden erişildiği tarihi dikkate alarak otuz günlük bireysel başvuru süresinden sonra başvuru yapılması nedeniyle süre aşımı dolayısıyla kabul edilemezlik kararı vermiştir. Diğer başvurucuların iddialarını ise kabul edilebilir bulmuştur. AYM, mahkeme kararlarının hüküm kısmında kanun yolu süresinin yer almasının zorunlu olduğunu ve hak arama özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi açısından önem taşıdığını belirtmiştir. Bu nedenle, diğer başvurucular açısından Anayasa madde 36’da yer alan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ve yeniden yargılama yapılmasına karar vermiştir.

10. AYM Genel Kurulu, pasaport iptali nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlali iddiasıyla yapılan iki ayrı başvuruyu incelemiş ve Onur Can Taştan başvurusunda (B. No: 2018/32475) Anayasa madde 20’de güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar verirken; Yağmur Erşan başvurusunda (B. No: 2018/36451) ihlal olmadığı yönünde karar vermiştir. Her iki başvuruya konu olan iki farklı olayda, 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname ile 6749 sayılı Kanun'da yer alan düzenlemelere dayanılarak başvurucuların pasaportları iptal edilmiştir. AYM, Anayasa’nın 15. maddesi uyarınca başvurucuların pasaportlarının iptal edilmesinin ölçülü olup olmadığına yönelik bir değerlendirme yapmıştır.

a) Onur Can Taştan başvurusuna konu olan olayda, yurt dışına çıkış yasağı öngören bir mahkeme kararı olmayıp, başvurucunun hakkında herhangi bir ceza soruşturması veya kovuşturması bulunmamaktadır. Başvurucunun sadece idari işlem doğrultusunda pasaportu iptal edilmiştir. Bu nedenlerle AYM, başvurucunun pasaportunun iptal edilmesini ve uzun süre pasaport alma imkânından yoksun kalmasını Anayasa'nın 13. ve 20. maddelerindeki güvencelere aykırı bularak özel hayata saygı hakkı açısından ihlal oluşturduğuna karar vermiştir.

b) Yağmur Erşan başvurusunda ise başvurucunun pasaportunun iptaline yönelik tedbir, hakkında yürütülen ceza soruşturmasına dayanmaktadır. AYM, bu gerekçe ile başvurucunun yurt dışına kaçmasının engellenmesine yönelik olarak alınan tedbiri Anayasa madde 15’teki ölçütlere uygun bulmuş ve özel hayata saygı hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir.

11. Anayasa Mahkemesi E.2018/81 numaralı dosyada, 7086 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun’un;

a. 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının 1. cümlesinde yer alan “…üyeliği, mensubiyeti veya…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline,

b. 1. maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının “…üyeliği, mensubiyeti veya…” ibaresi dışında kalan kısmı ile (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…ve/veya memuriyetleri…” ibaresi ve Kanun’a ekli (1) sayılı listenin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin reddine,

c. 1. maddesinin (2) numaralı fıkrasının dördüncü ve beşinci cümlelerinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir.

AYM, kural kapsamında haklarında kesin bir mahkûmiyet kararı verilmediği hâlde kişilerin suçlu sayılmasına neden olabilecek ifadelerin kullanılması, olağanüstü hâl şartlarında dahi dokunulması yasaklanan masumiyet karinesine aykırılık oluşturmaktadır diyerek Kanun’un 1.maddesinin (1) numaralı fıkrasının 1. cümlesinde yer alan “…üyeliği, mensubiyeti veya…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline hükmetmiştir.

AYM, Kanun’un 1.maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının “…üyeliği, mensubiyeti veya…” ibaresi dışında kalan kısmı ile (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…ve/veya memuriyetleri…” ibaresi ve Kanun’a ekli (1) sayılı liste açısından yaptığı incelemede ise “kural kapsamında MGK’nın devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verdiği yapı, oluşum veya gruplarla ilgili tespiti dikkate alınarak kamu görevinden çıkarma ve diğer tedbirlerin öngörülmesi MGK kararlarına icrai bir işlev kazandırmamaktadır. Bu nedenle kuralda MGK’ye tanınan fonksiyonun Anayasa’nın 118. maddesinde öngörülen yetki sınırlarını aştığı ve bu nedenle kuralın Anayasa’yı ihlal ettiği söylenemez.” diyerek söz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin reddine karar vermiştir.

Son olarak AYM, “…darbe girişimiyle devletin demokratik düzenine açık ve yakın bir tehlike oluşturan terör örgütleri veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplarla mücadele etmek amacıyla olağanüstü hâl koşullarında Kanun’a ekli (1) sayılı listeyle kamu görevinden çıkarılan kişilerin pasaportlarının iptal edileceğini öngören kurallar, kişilerin seyahat hürriyetine olağanüstü dönemde durumun gerektirdiği ölçüyü aşan bir sınırlama getirmektedir.” gerekçesiyle getirilen kuralın Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir.

12. İHAM, Seks/Hırvatistan (B. No: 39325/20) başvurusunda ulusal güvenlik gerekçesiyle ülkenin yakın tarihinin hassas bir bölümüyle ilgili gizli kayıtlara, yeterli usule ilişkin güvencelerin varlığıyla ve orantılı olarak erişimin engellenmesinin ifade özgürlüğü kapsamındaki bilgi edinme hakkının ihlali olmadığına karar vermiştir. Emekli bir politikacı olan başvurucu, Hırvatistan Cumhuriyeti'nin kuruluşu hakkında bir kitap yazmak için Devlet Arşivi'ndeki gizli başkanlık kayıtlarına erişim talebinde bulunmuştur. Cumhurbaşkanı, Milli Güvenlik Kurulu'nun görüşünü aldıktan sonra, talep edilen belgelerden otuz birinin gizliliğini kaldırmış, ancak kalan yirmi beş belgenin gizliliğini kaldırmayı Hırvatistan Cumhuriyeti'nin bağımsızlık, bütünlük, ulusal güvenlik ve dış ilişkilerine ciddi zararlar verme riski taşıması gerekçesiyle reddetmiştir. Mahkeme’ye göre başvurucunun bilgi edinme hakkına yapılan müdahale, dayanılan ulusal güvenliği sağlama amacıyla orantılı ve gerekli olduğundan ve devletin takdir marjının dışında olmadığından İHAS m. 10 ihlal edilmemiştir.

13. İHAM, Advance Pharma sp. Zo.o/Polonya (B. No: 1469/20) başvurusunda başvurucu şirketin kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkemeye erişim hakkına ilişkin olarak adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Başvurucu şirketin açtığı tazminat davasındaki temyiz başvurusu, Yargıtay Hukuk Dairesi'nin üç yargıcından oluşan bir heyet tarafından incelenmiştir. Hâkimler, hükümet tarafından 2017 yılında başlatılan Polonya yargı sisteminin geniş çaplı yasama reformunun bir parçası olarak NCJ'ye İlişkin 2017 Değişiklik Yasası ile kurulan yeni Ulusal Yargı Konseyi'ni (NCJ) içeren prosedürle yeni atanmıştır. NCJ'nin yargı üyeleri artık Sejm tarafından seçilmektedir. Bir bütün olarak okunan ilgili yerel hükümler uyarınca, yargıçlar, Yüksek Mahkeme de dahil olmak üzere tüm mahkeme türlerine ve seviyelerine, Polonya Cumhurbaşkanı tarafından, NCJ'nin bir rekabetçi seçim prosedüründen sonra yayınladığı bir tavsiyeyi takiben atanmıştır. Başvurucu şirket, davasını inceleyen Hukuk Dairesi yargıçlarının, NCJ'nin tavsiyesi üzerine Polonya Cumhurbaşkanı tarafından iç hukuka ve hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı ve yargının bağımsızlığı ilkelerine açıkça aykırı olarak atanmalarından şikâyetçi olmuştur. Mahkeme’ye göre mevcut davada olduğu gibi, yargıçların atanması üzerindeki yasama ve yürütme yetkilerinin usulsüz etkisini ortaya koyan bir usul, kendiliğinden 6 & 1 maddesiyle bağdaşmaz ve bu itibarla, bütünü olumsuz yönde etkileyen temel bir usulsüzlük teşkil eder. Bu nedenle, başvurucu şirketin davasına bakan üç yargıç da dahil olmak üzere yedi yargıcın Hukuk Dairesi'ne atanmasına ilişkin usuldeki ihlaller, başvurucu şirketin “kanunla kurulmuş bir mahkeme” hakkının özünü zedeleyecek kadar ağırdır. İHAS m. 6 ihlal edilmiştir.

14. İHAM, Komissarov/Çek Cumhuriyeti (B. No: 20611/17) başvurusunda sığınma başvurusu süresince on sekiz ay boyunca tutuklu durumda olan başvurucunun kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. 16 Mayıs 2016 tarihinde başvurucu yakalanmış ve polis tarafından tutuklanmıştır ve 17 Mayıs 2016 tarihinde iade edilmek üzere gözaltına alınmıştır. 18 Mayıs 2016'da sığınma başvurusunda bulunmuştur. Ertesi gün Adalet Bakanı başvurucuya sığınma işlemleri devam ederken iadesine hazırlanma sürecinin durdurulduğunu bildirmiştir. Başvurucu, 15 Haziran 2016 tarihinde, devam eden tutukluluğunun artık bir amacının kalmadığı ve aile hayatına müdahale ettiği gerekçesiyle tutukluluğundan tahliye edilmek üzere başvuruda bulunmuştur. Ayrıca tutukluluk yerine alternatif tedbirlerin (kefalet veya kaçmama taahhüdü gibi) uygulanmasını talep etmiştir. 29 Haziran 2016 tarihinde Prag Belediye Mahkemesi bu başvuruyu reddetmiş ve önerilen alternatif tedbirleri uygulamayı reddetmiştir. Başvurucunun temyiz başvurusu üzerine Prag Yüksek Mahkemesi kararı onamıştır. Başvurucu 12 Eylül 2016'da Belediye Mahkemesi ve Yüksek Mahkeme'nin kararlarına karşı, diğer hususların yanı sıra, ilgili makamların kararları sebebiyle devam eden tutukluluğunun Sözleşme'nin 5 & 1 (f) maddesine aykırı olduğunu iddia ederek anayasa itirazında bulunmuştur. 13 Aralık 2016'da Anayasa Mahkemesi temyizi açıkça dayanaktan yoksun bularak reddetmiştir. İadesi beklenirken gözaltına alınan bir kişinin, yalnızca gözaltındayken sığınma başvurusunda bulunmuş olması nedeniyle serbest bırakılamayacağını kaydetmiştir. Başvurucunun devamında bulunduğu her itiraz reddedilmiştir. 30 Ekim 2017'de Prag Belediye Mahkemesi, başvurucunun 15 Kasım 2017'de serbest bırakılmasına ve Rus makamlarına teslim edilmesine karar vermiştir.

Mahkeme'nin görüşüne göre, mevcut davada, sığınma başvurularının incelenmesi için katı zaman sınırları, keyfiliğe karşı önemli bir güvence teşkil etmektedir. Bu nedenle hem iç hukuk hem de Sözleşme uyarınca, yerel makamlar gerekli özeni göstermekle yükümlüdür. Ancak yerel makamlar, başvuranın bu gecikmelere ilişkin şikâyetlerine rağmen, yargılamalardaki ciddi gecikmeleri ne kabul etmiş ne de aksiyon almıştır. Özellikle Anayasa Mahkemesi'nin 13 Aralık 2016 tarihli kararı, başvurucunun iltica prosedürünün, iltica başvurularının incelenmesi için iç hukukta öngörülen azami süre sınırını üç katından fazla aştığı ve hatta yasal olarak izin verilen azami süre olarak sığınma başvurularının incelenmesi için izin verilen toplam altı aylık süreyi aştığı bir noktada gerçekleşmiştir. Mahkeme, sığınma işlemlerinde yaşanan gecikmeler nedeniyle, iade edilmek üzere on sekiz ay süren tutukluluk süresinin iç hukuka uygun olmadığı sonucuna varmıştır. Bu bağlamda, ilgili iki unsur vardır: iadeyi bekleyen tutukluluk süresi sınırı ve sığınma talebiyle ilgilenme süresi. Her ikisi de ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır, sığınma talebinin değerlendirilmesi için zaman sınırı, davanın koşullarında, toplam gözaltı süresinin aşırı olmamasını sağlamak içindir. İHAS m. 5 ihlal edilmiştir.

15. İHAM, Jivan/Romanya (B. No: 62250/19) başvurusunda engelliliğinin ciddiyetinin yetersiz değerlendirilmesi yoluyla yaşlı bir kişiye etkin koruma sağlanamaması dolayısıyla kişinin iç hukukta öngörüldüğü şekilde kişisel asistandan yoksun bırakılmasının ve çatışan menfaatler arasında adil bir denge kurulamamasının özel yaşama saygı hakkının ihlali olduğuna karar vermiştir. Mahkeme’ye göre özellikle, başvurucunun özerklik hakkı ve onuruna saygı, yerel değerlendirmelerde (Komisyon belgesi veya Temyiz Mahkemesi kararı) dikkate alınmamış görünmektedir. Yaşam koşulları ve komşuları ya da ailesi tarafından sağlanan bir destek ağının olmaması bu kararlarda değerlendirilmemiştir. Ayrıca yetkililer, başvurucunun yaşını veya seksen beş yaşında bacağını kaybetmiş olmasını dikkate almamıştır. Böylesine köklü bir değişikliğin yaşlı bir kişinin hayatında sebep olduğu sonuçlara, yerel değerlendirmelerde de değinilmemiştir. İtiraz edilen kararlardaki hiçbir değerlendirme, başvurucunun özerklik ve destek eksikliğine ilişkin özel durumu ile iç hukuka göre kişisel bir asistan hakkı olmadığı bulgusu arasındaki bariz çelişkileri açıklamamıştır. Bu kararların bir sonucu olarak, başvurucu kendi başına bırakılmış ve yetkililer, başvurucuya ihtiyaç duyduğu sürekli desteği sağlamak için herhangi bir alternatif pratik düzenleme önermemiştir.

Mahkeme’ye göre mevcut davada söz konusu olan konu temel bakım veya ek, daha pahalı bakım arasında bir seçim değildir –ki bu, sınırlı Devlet kaynaklarının tahsisi meselesi olduğundan, Devletin takdir yetkisine girer– daha ziyade, başvuru sahibine yasanın öngördüğü uygun özen ve haysiyet düzeyinin sağlanması ve yasanın amaç ve ilkeleri ışığında yorumlanması ile ilgilidir. Bu sebeple Mahkeme, ikincil rolüne ve davalı Devletin takdir payına rağmen İHAS m. 8’in ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

16. İHAM, Negovanovi? ve Diğerleri/Sırbistan (B. No: 29907/16 30022/16 30322/16) başvurusunda benzer uluslararası ödüller kazandıkları için ulusal spor tanınırlığı olan ve gözleri gören oyunculara verilen finansal ödüllerin görme engelli satranç oyuncularına verilmesinin ayrımcı bir şekilde reddedilmesinin 12. Protokol’ün “ayrımcılığın genel olarak yasaklanması” başlıklı 1. maddesinin ihlali olduğuna karar vermiştir. Mahkeme’ye göre Sırp makamları, bu tür bir sonuca yol açacak yasayı çıkarmaya karar verirken benzer uluslararası ödüller kazanmalarına rağmen, gören ve görme engelli satranç oyuncularına farklı muamele edecek şekilde takdir yetkilerini açıkça kullanmışlardır. Bu sebeple başvurucuların şikâyetleri, 12 No.lu Protokole İlişkin Açıklayıcı Raporda öngörüldüğü üzere potansiyel ayrımcılık kategorisi (iii) kapsamına girmektedir. Devletin takdir yetkisine bakılmaksızın, başvuruculara yalnızca engelliliklerine dayalı olarak farklı muamele yapılmasının “nesnel ve makul bir gerekçesi” bulunmamakta olup, söz konusu marjın bu özel bağlamda önemli ölçüde azaltıldığı anlaşılmaktadır. İHAS Protokol No. 12 m. 1 ihlal edilmiştir.

17. İHAM, Manannikov/Rusya (B. No: 9157/08) başvurusunda başvurucu olan karşı göstericiye, rakiplerinden oluşan topluluk arasında etkinliğin mesajını çarpıtan ve huzursuzluk yaratma olasılığı bulunan kışkırtıcı bir pankart sergilediği için 14 EUR para cezası verilmesinin ifade özgürlüğünün ihlali olmadığına karar vermiştir. Bir insan hakları aktivisti olan başvurucu, başka bir kişiyle birlikte, Aralık 2007'deki yasama seçimleri ve Mart 2008'deki cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde, Başkan Putin'i desteklemek için resmi olarak onaylanmış bir etkinliğe katılmış ve "Putin, Hitler'den iyidir" yazılı pankartı açmıştır. Gerginlik ortaya çıkınca polis onlara pankartı kaldırmalarını emretmiş ancak tüm etkinlik boyunca sergilemeye devam etmişlerdir. Herhangi bir şiddet olayı yaşanmamıştır. Başvurucu, idari bir suç olan “kamu etkinliklerinin düzenlenmesine ilişkin yerleşik kuralların ihlali” nedeniyle mahkûm edilmiş ve 500 Rus rublesi para cezasına çarptırılmıştır, itirazı reddedilmiştir. Mahkeme’ye göre başvurucunun göstericiler arasındaki konumu kilit bir faktör olmuştur; hiçbir şey onu başka bir alanda bulunmaktan alıkoymadığı halde rakiplerinden oluşan bir kalabalığın ortasında pankartı kaldırmayı seçmiştir. Pankart, diğer katılımcıların ve genel gösterinin iletmek istediği Putin'e verilen destek mesajını çarpıtmış ve baltalamıştır. Ayrıca, güvenlik risklerini ve kargaşanın nedenlerini ve risk varsayımının gerektirdiği uygun önlemleri değerlendirmek için polisin olayın barışçıl şekilde yürütülmesini sağlamasını zorlaştırmıştır. Bu nedenle, pankartı kaldırma emri, mantıksız veya aşırı değildir ve izlenen meşru amaçlarla orantılı olarak değerlendirilebilir. Başvurucunun alandan çıkarılmadığı dikkate alındığında, mahkûmiyeti ve iç hukukta öngörülen asgari miktar olan para cezasının aşırı olmadığı kanaatine ulaşılmıştır. İHAS m. 10’un ihlal edilmediğine karar verilmiştir.

18. İHAM, Kramareva/Rusya (4418/18) başvurusunda adil yargılanma hakkının ihlali iddiasını incelemiştir. Başvurucu iş sözleşmesinin feshedilmesinin ardından önceki işvereni olan şirket aleyhine dava açmıştır. Mahkemeden fesih işlemini hukuka aykırı ilan etmesini ve eski durumuna getirmesini istemiş, kayıp kazançları ve manevi zararları için tazminat ödenmesine ve şirketin ona işle ilgili bazı belgelerin kopyalarını sağlamasına karar verilmesini talep etmiştir. Duruşmada bulunan savcı duruşma sonunda, başvurucunun iddialarının kısmen kabul edilmesi ve geri kalanının reddedilmesi gerektiği yönünde görüş bildirmiştir. Bölge Mahkemesi, başvurucunun belge nüshalarının sağlanması ve manevi tazminat ödenmesine ilişkin taleplerine izin vermiş ancak başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesinin hukuka uygun olduğuna karar vermiş ve taleplerin geri kalanını reddetmiştir. Başvurucu temyiz başvurusunda başarısız olmuştur ve temyiz duruşması sırasında savcı, Bölge Mahkemesi'nin kararını desteklemiştir. Başvurucunun şikâyetlerinin temel odağı, savcının kovuşturmalara katılmasıdır. Mahkeme’ye göre savcının yargılamalarda görüş bildirirken başvurucunun hasmı olarak hareket ettiğini veya kamu menfaatini güvence altına almak için aşırı derecede hareket ettiğini gösteren hiçbir bulgu bulunmamaktadır.

Başvurucunun savcının mütalaasının mahkemeleri gereğinden fazla etkilediğine, tarafların beyanlarının üzerinde özel bir öneme sahip olduğuna ve mahkemelerin bu görüşe bağlı olduğuna dair iddiası spekülasyondan ibarettir ve herhangi bir somut delille ya da ilgili yasal hükümlere yapılan herhangi bir referansla desteklenmemiştir. Bu nedenle, mevcut davada silahların eşitliği ilkesinden herhangi bir sapma olduğu sonucuna varmak için hiçbir gerekçe yoktur. Ayrıca, çelişmeli yargılama ilkesine uygun olarak savcının mütalaası kamuya açıklanmış ve kayda geçirilmiş, taraflar içeriğinden haberdar olmuş ve hukuken ve pratikte, mütalaaya yanıt olarak etkili bir şekilde görüş sunma olanağına sahip olmuşlardır. Başvurucunun başka argümanları bulunmadığından, savcının görüşünün mahkemeleri gereğinden fazla etkilediği, başvurucunun etkili bir savunma yapmasını engellediği veya taraflar arasındaki adil dengeyi başka bir şekilde bozduğu sonucuna varmak için hiçbir gerekçe yoktur. İHAS m. 6’nın ihlal edilmediğine karar verilmiştir.

19. İHAM, Q ve R/Slovenya (B. No: 19938/20) başvurusunda ebeveyn bakımı olmaksızın torunların koruyucu bakımını talep eden büyükanne ve büyükbaba için altı yıl süren ve devam eden makul olmayan yargılama süresinin Covid-19 ile ilgili tedbirlerle gerekçelendirilmesinin mümkün olmadığına ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Başvurucular ebeveyn bakımından yoksun bırakılan iki çocuğun büyükanne ve büyükbabalarıdır. Başvurucuların kızları, eşi tarafından öldürülmüştür ve o zamanlar 3 ve 5 yaşında olan torunları büyükanne ve büyükbabanın yanında kalmaya gelmiştir. Birkaç ay sonra, sosyal hizmetler onları başka bir bölgede koruyucu bir aileye yerleştirmiştir. Birinci başvurucu torunları için koruyucu aile izni talep etmiştir. Birinci başvurucu, şu ana kadar neredeyse altı yıl süren ve davanın Anayasa Mahkemesi tarafından karara bağlanmasını takiben ilk derece mahkemesinde derdest olan koruyucu aile izni işlemlerinin uzunluğundan şikâyetçi olmuştur. Davanın karmaşıklığı nedeniyle yerel mahkemeler, başvurucunun torunlarının koruyucu bakıcısı olarak hareket etme kabiliyetini belirlemek ve davanın hassas koşullarında torunlarının yüksek yararını tespit etmek için bilirkişi görüşlerine başvurmak zorunda kalmışlardır. Ancak Mahkeme’ye göre tek başına bu gerçek, neredeyse altı yıl sonra yargılamaların ilk derece mahkemesi önünde hala derdest olduğunu ne açıklayabilir ne de haklı çıkarabilir. Bilirkişi raporlarının hazırlanmasına ilişkin yargılamaların uzunluğunun temel nedenleri olarak birinci başvurucunun anayasa şikâyeti üzerine davanın iade edilmesi ve Covid-19 pandemisi ile ilgili tedbirler gösterilmiştir. Mahkeme’ye göre Covid-19 krizinin gerektirdiği kısıtlamalar, anlaşılır bir şekilde, yerel mahkemelerde görülen davaların görülmesini olumsuz etkilemiş olabilir. Ancak mevcut davada bu durum, devleti uzun yargılamalar nedeniyle sorumluluğundan kurtaramamıştır. Birinci başvurucu ile torunları arasındaki ilişkinin sınırlı doğası göz önüne alındığında, birinci başvurucu için tehlikede olan şeyin önemi (yani kızının ölümünün ardından torunlarına bakma isteği), bu konuda özel bir özen gösterilmesini gerektirmektedir. Mahkeme, birinci başvurucunun kendi davranışının yargılamayı önemli ölçüde geciktirmediği kanaatine varmıştır. Mevcut dava, belirli bir karmaşıklığa sahip olduğu varsayıldığında bile makul bir süre içinde görülmediğinden İHAS m. 6 ihlal edilmiştir.

20. İHAM, Kocamış ve Kurt/Türkiye (B. No: 227/13) başvurusunda ulusal mahkemelerin, özellikle sözlü duruşma hakkı ve başvurucuların itirazının incelenmesi bağlamında çelişmeli yargılama hakkıyla ilgili olarak Sözleşme'nin 5 & 4 maddesi kapsamındaki belirli usuli gerekliliklere uymadığı ve Sözleşme'nin 5 & 5 maddesi uyarınca uygulanabilir bir tazminat hakkının bulunmadığı iddialarını incelemiştir. Başvurucular 3 Temmuz 2012 tarihinde silahlı gasp şüphesiyle polis tarafından gözaltına alınmış, ertesi gün İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi’nde dinlenilen başvurucular hakkında tutuklanma kararı verilmiştir. 5 Temmuz 2012 tarihinde başvurucular tutuklama kararına itiraz etmişlerdir ve itirazları ertesi gün İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından sözlü duruşma yapılmaksızın reddedilmiştir. 10 Temmuz 2012'de İstanbul Cumhuriyet Savcısı, başvurucuları silahlı gasp ile suçlayarak İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'ne bir iddianame sunmuştur. 19 Temmuz 2012 tarihinde İstanbul 20. Ağır Ceza Mahkemesi iddianameyi kabul etmiş ve dava dosyasına dayanarak tutukluluk sürelerinin uzatılmasına ve ilk duruşmanın başvurucuların katılımıyla 13 Eylül 2012 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Başvurucuların tutukluluk sürelerinin uzatılmasına karşı itirazları, İstanbul 21. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, başvuruculara ya da vekillerine iletilmemiş olan Cumhuriyet savcısı yazılı görüşü dikkate alınarak sözlü duruşma yapılmaksızın reddedilmiştir. 13 Eylül 2012 ile 12 Nisan 2013 tarihleri arasında İstanbul 20. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucuların katılımıyla beş duruşma yapmış ve her duruşmada tutukluluklarının devamına karar vermiştir. 25 Nisan 2013 tarihinde İstanbul 20. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucuları haklarında isnat edilen suçlarla mahkûm etmiştir. 5 Şubat 2014 tarihinde Yargıtay bu kararı onamıştır.

Mahkeme’ye göre mevcut davada olduğu gibi, bir kişinin tüm soruşturma aşaması boyunca yargıç huzuruna çıkamadığı durumlarda, 5 & 4 maddesinin ilgili gerekliliğine uygunluğun özellikle sıkı bir incelemeye tabi olması gerekmektedir ve Mahkeme başvurucuların yargıç huzuruna çıkmadıkları iki ay on günlük sürenin aşırı olduğu kanaatindedir. Başvurucuların tutukluluklarının devamına yönelik itirazlarını inceleyen mahkemenin huzuruna çıkamamaları nedeniyle Sözleşme'nin 5 & 4 maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Ayrıca Mahkeme, savcının yazılı görüşünün başvuruculara veya vekillerine davanın incelenmesi bağlamında bildirilmemesi nedeniyle, Sözleşme'nin 5 & 4 maddesinin ihlal edildiği kanaatindedir.

Bu iki ihlal için tazminat talep etme olasılığına ilişkin olarak Mahkeme, CMK'nin 141. maddesinin, yargılama öncesi tutukluluğa itiraz etmek için açılan yargılamalardaki usuli eksikliklerin bir sonucu olarak maruz kalınan zarar için tazminat talep etme olanağı sağlamadığını zaten tespit etmiştir (bkz. Hebat Aslan ve Firas Aslan/Türkiye, no. 15048/09, & 93, 28 Ekim 2014 ve Ruşen Bayar/Türkiye, no. 25253/08, & 82, 19 Şubat 2019). Hükümetin aksini öne sürmek için herhangi bir örnek mahkeme kararı sunmamasını göz önünde bulundurarak ve Hükümet’in iç hukuk yollarının tüketilmediğine ilişkin ön itirazını reddederek Madde 5 & 4 ile bağlantılı olarak 5 & 5 maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

21. Yargıtay 12. Ceza Dairesi 2020/2622 E., 2022/138 K. numaralı kararına göre, sanıkların, işlem yapmaya gelen kişilere ait kartların manyetik şerit bilgilerini kopyalamak ve şifrelerini elde etmek için ATM cihazına yerleştirdikleri düzenek ve hafıza kartında herhangi bir bilgi bulunup bulunmadığı araştırılıp bilgi bulunması halinde eylemlerinin TCK'nin 136. maddesinde düzenlenen kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirme, bulunmaması halinde ise kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirmeye teşebbüs suçunu oluşturacağı gözetilmeden eksik araştırma ile yazılı şekilde aynı Yasanın 245/2. ve 35. maddeleri uyarınca hükümler kurulması bozmayı gerektirmiş; bozmadan sonra yapılan duruşmada, suçun hukuki niteliği değişmesine rağmen CMK'nin 226. maddesi uyarınca ek savunma hakkı verilmesi gerektiği gözetilmeksizin, karar verilmesi de bozmayı gerektirmiştir.

22. Yargıtay 5. Ceza Dairesi 2022/137 E., 2022/48 K. numaralı kararına taraflar arasında bir kişinin ölümüyle neticelenen olayda 14 müşteki sanığın bulunduğu, tarafların mahkeme yargılamalarında yan yana gelecekleri, aralarında kan davasının olabileceği ve husumet duygularının yeniden cereyan etme ihtimalinin bulunduğu, bu nedenle bölge yapısı itibarıyla ... ilçesinde aşiret kültürünün yoğun bir şekilde yaşandığı, olaya karışan aileler arasında derin husumetin bulunduğu, söz konusu dava dosyasındaki olayda bu husumet nedeniyle hala aşiretler arasında münferit olayların devam ettiği, söz konusu ceza yargılamasının ... Adliyesinde yapılması durumunda adliyenin yeri ve konumu itibarıyla güvenlik sıkıntısı ve yeni hadiselerin meydana gelmesinin kaçınılmaz olmasından dolayı kamu güvenliği gerekçesiyle dava naklinin gerektiği gözetilerek; devletin sorumluların belirlenip cezalandırılmasını sağlayarak etkili bir soruşturma yürütme mesuliyetinin bulunduğu, yargılamanın adil, etkili ve tarafların katılımına açık bir şekilde esas yetkili mahkemesinde yapılması gerektiği, ancak güvenlik önlemleri alınsa bile toplumsal olaylar çıkabileceği ve tarafların ciddi tehditler altında kalabileceği, buna bağlı olarak yargılamanın düzenli yapılamayacağı, kamu güvenliği yönünden açık ve yakın tehlikenin söz konusu olabileceği ve davanın nakli isteminin bir kısım şikayetçi sanıklar müdafinden ve mahal mahkemesinden geldiği anlaşılmakla, CMK'nin 19/2. maddesi uyarınca ... Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2021/283 Esasında kayıtlı kamu davasının ... Ağır Ceza Mahkemesi’ne nakline, dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına tevdine 10/01/2022 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

23. Yargıtay 10. Ceza Dairesi 2021/16634 E., 2022/48 K. numaralı kararına göre, sanığa verilen adli para cezasının TCK’nın 52/4. maddesi uyarınca birer ay ara ile takdiren 24 eşit taksit ile tahsiline, taksitlerden birinin zamanında ödenmemesi halinde geriye kalan kısmın tamamının tahsil edileceğine karar verildikten sonra kararda “ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrileceğinin ihtarı” belirtilmeyerek TCK’nin 52/4. maddesinin son cümlesine aykırı davranılması bozmayı gerektirmiştir.

24. Yargıtay 2. Ceza Dairesi 2021/9402 E., 2022/76 K. numaralı kararına göre, sanığın köy halkının ortak kullanımında olan, abonelik esasına tabi olmayan köy içme suyunu havalandırma kuyusunun betonunu delmek ve hortum kullanmak suretiyle biriken suyu kullanması şeklindeki eyleminin TCK kapsamında suç teşkil etmediği, sanığın eyleminin 7478 sayılı Köy İçme Suları Hakkında Kanunu'nun 5728 sayılı Yasa ile değişen 16/2. maddesi kapsamında kaldığı ve idari para cezasını gerektirir nitelikte kabahat fiilini oluşturduğu gözetilmeden karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.

25. Yargıtay 2. Ceza Dairesi 2020/27548 E., 2022/48 K. numaralı kararına göre, suça sürüklenen çocuk hakkında 02.10.2015 tarihli hükmün kapalı oturumda açıklandığı anlaşıldığından temyiz itirazları yerinde görülmediğinden onanmasına karar verilmiştir.

26. Yargıtay 2. Ceza Dairesi 2021/19299 E., 2022/35 K. numaralı kararına göre, 5271 sayılı CMK'iın 294. maddesinde düzenlenen ''Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır.'' şeklindeki düzenleme de gözetilerek suça sürüklenen çocuk müdafinin temyiz dilekçesinde herhangi bir sebep göstermediğinin anlaşılması karşısında; temyiz isteminin reddine karar verilmiştir.

27. Yargıtay 2. Ceza Dairesi 2020/29491 E., 2022/55 K. numaralı kararına göre, suça sürüklenen çocuk hakkında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesine ve bu kararın temyize değil; itiraza tabi olmasına rağmen müdafi tarafından temyiz edilmesi ancak CMK’nin 264. maddesine göre de kanun yolunun ve merciinin belirlenmesinde yanılma, başvuranın hakkını ortadan kaldırmayacağından, suça sürüklenen çocuk müdafinin temyiz talebi itiraz niteliğinde kabul edilerek itirazın merciince incelenmesi için dosyanın incelenmeksizin mahalline iadesine karar verilmiştir. Bununla birlikte alt sınırı 5 yıl olan nitelikli hırsızlık suçundan sanığın istinabe suretiyle dinlenmesi CMK madde 196/2’ye aykırı olup, savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olduğundan, bozmayı gerektirmiştir.

28. Yargıtay 2. Ceza Dairesi 2021/20584 E., 2022/78 K. numaralı kararına göre, sanık hakkında Türk Telekom’a ait yer altı kablolarını 26/03/2011 tarihinde çaldığı iddiasıyla 06/04/2011 tarihli iddianame ile açılan kamu davası sonucunda 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, ayrıca sanığın yine Türk Telekom’a ait kabloları 30/03/2011 tarihinde çalmaya teşebbüs ettiği iddiasıyla 04/04/2011 tarihli iddianame ile açılan kamu davası sonucunda 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği halde; suç ve iddianame tarihleri gözetildiğinde, hukuki kesintinin bulunmaması karşısında, sanığın bir suç işleme kararının icrası kapsamında 4 gün ara ile Türk Telekom’a ait kablolara yönelik gerçekleştirdiği hırsızlık eylemleri nedeniyle tek hüküm kurulup kurulan bu hükümde zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerektiği anlaşılmakla; aksine uygulama bozmayı gerektirmiştir.

29. Yargıtay 2. Ceza Dairesi 2021/21868 E., 2022/41 K. numaralı kararına göre, sanığın müdafi istemediğini belirttiği gibi, 5271 sayılı CMK'nin 150. maddesinin 2. ve 3. fıkraları gereğince de sanığa zorunlu müdafi atanmasını gerektirecek bir durum bulunmadığı halde, sanık için daha önce görevlendirilmiş olan müdafi Av. ...’in yüzüne karşı verilen 27.06.2016 tarihli karar temyiz edilmiş ise de anılan müdafinin sanık hakkında verilen kararı temyize yetkisinin bulunmadığı gözetilerek, isteminin reddine karar verilmiştir.

30. Yargıtay 2. Ceza Dairesi 2021/21895 E., 2022/38 K. numaralı kararına göre, kovuşturma evresinde kendisine zorunlu müdafi atandığından sanığın haberdar edilmediği durumlarda zorunlu müdafiye yapılan tefhim ve tebliğlerin kendisine bağlanan hukuki sonuçları doğurmayacağı, bu durumda zorunlu müdafi sanığın lehine gibi görünen bazı işlemleri yapmış olsa da, örneğin temyiz dilekçesi vermiş olsa dahi hükmün sanığın kendisine de tebliğ edilmesi ve sanık tarafından temyiz dilekçesi vermesi halinde temyiz isteminin kabul edilmesi gerektiğinin belirtildiği; ancak, şu halde sanığın kendisine atanan zorunlu müdafiden haberdar olmasına rağmen buna itiraz etmemesi halinde de zorunlu müdafinin yapmış olduğu ve kendisinin de karşı çıkmadığı tüm işlemlerin sonuçlarından sorumlu olduğu, duruşmada savunmasını yaparken açıkça karşı duruş göstermediği müdafin yüzüne karşı karar verildiği ve temyiz edilmeyerek 21.04.2006’da kesinleştiği, bu itibarla yüzüne karşı tefhim edilen hükmü, CMUK'nin 310. maddesinde belirtilen bir haftalık yasal süreden sonra temyiz eden sanığın, süresinde olmayan temyiz istemi ile yerinde görülmeyen eski hale getirme isteminin reddine karar verilmiştir.

31. “Basın ve Yayım Faaliyetleri” ile ilgili 2022/1 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi Resmi Gazete’de yayımlandı. Genelge’ye göre:

“Dijitalleşme çağında kitle iletişim araçlarının sunduğu imkanlardan en iyi şekilde yararlanılmasını temin etmek ve olası zararlı etkilerinden korunmak için gerekli tedbirleri almanın elzem hale geldi. Toplumumuzun temel değerlerine aykırı unsurlar taşıdığı gözlenen ve son günlerde özellikle yabancı içeriklerin uyarlaması şeklinde ekranlara gelen televizyon programlarının toplum üzerindeki yıkıcı etkilerini bertaraf edecek adımlar ivedilikle atılacak.

Birtakım semboller kullanılmak suretiyle verilmeye çalışılan mesajlarla çocuk ve gençlerin zihin dünyalarını hedef alan yapımlardan onları koruyacak, aile ve çocuk dostu yapımlar teşvik edilecek.”

Sansür uygulamalarının yaygınlaşmasına sebep olacağı açık olan Genelge’de meşru amaçlar olarak gösterilen ve ifade özgürlüğünün ihlaline sebep olabilecek düzenlemelerin dayanağı olabilecek nitelikteki muğlak ifadeler, idarenin keyfi müdahalelerinin önünü açıyor.

32. 24.06.2013 tarihinde imzaya açılan, Türkiye tarafından 13.09.2013 tarihinde imzalanan ve 17.03.2016 tarihinde onaylanan1 İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne ek 15 Numaralı Protokol2 uyarınca İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne (İHAM) altı ay olan başvuru süresi dört aya düşürülmüştür. 01.02.2022 tarihinden önce kesinleşen kararlara ilişkin başvuru süresi altı ay olarak uygulanmaya devam edecek olup 01.02.2022 tarihinde ve bu tarihten sonra kesinleşen kararlar açısından İHAM’a başvuracak olan başvurucuların dört ay içerisinde başvurularını gerçekleştirmeleri gerekmektedir.

33. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (İHAM) 2021 yılı istatistiklerini açıkladı. 2021 yılında İHAM’a 44.250 başvuru yapılmış, İHAM 3.131 karar vermiştir. Ancak yapılan başvurular birleştirildiği için İHAM 1.105 karar yayımlamıştır. Bu kararlardan 232’si Rusya’ya, 197’si Ukrayna’ya, 95’i Romanya’ya ve 78’i Türkiye’ye karşı verilmiştir. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (İHAS) en az bir maddesinin ihlal edildiğine karar verilen kararlar incelendiğinde ise; 219 ihlal kararı Rusya’ya, 194 ihlal kararı Ukrayna’ya ve 76 ihlal kararı Romanya ile Türkiye’ye verilmiştir. Ayrıca derdest olan başvuru sayısı 70.150 olup bunların 15.250’si Türkiye’ye karşı yapılmış başvurulardır. 2021 yılında Avrupa Konseyi’ne üye devletler arasında ifade özgürlüğünü en çok ihlal eden devlet Türkiye olmuş ve ifade özgürlüğüne ilişkin 31 ihlal kararı verilmiştir. İfade özgürlüğünü, 29 ihlal kararı ile özgürlük ve güvenlik hakkı, 22 ihlal kararı ile adil yargılanma hakkı izlemiştir.

34. Anayasa Mahkemesi (AYM) 23.09.2021 ile 31.12.2021 tarihleri arasında vermiş olduğu bireysel başvuru kararlarına dair istatistiklerini yayımladı. AYM’ye toplam yapılan başvuru sayısı 361.159 olup bunlardan 302.429 tanesi sonuçlandırılmıştır. Buna göre yapılan başvuruları karşılama oranı %83,7’dir. Derdest olan başvuru sayısı ise 58.730’dur.

AYM tarafından en çok kabul edilemezliğe ilişkin karar verilmiş olup verilen kabul edilemezlik karar sayısı 261.681’dir. İhlal kararlarının hak ve özgürlüklere göre dağılımı incelendiğinde toplam 26.155 ihlal kararı verilmiş olup en çok ihlal edilen hak 20.084 ihlal kararı ile adil yargılanma hakkı olmuştur. Adil yargılanma hakkını sırasıyla mülkiyet hakkı, özel hayatın ve aile hayatının korunması ile ifade özgürlüğü izlemiştir.

2021 yılında AYM’ye 66.121 başvuru yapılmış bunlardan 45.321’i sonuçlandırılmıştır. AYM’nin 2021 yılında esastan incelediği bireysel başvuru sayısı 11.932, ihlal kararı verdiği başvuru sayısı ise 11.882 olmuştur. Buna göre, AYM vermiş olduğu ihlal kararlarının %45,4’ünü 2021 yılında vermiştir. Kabul edilebilirlik kararı verip esas incelemesi aşamasında 2021 yılında 102 başvuru için hakkın ihlal edilmediğine karar vermiştir.

1. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı tarafından yayımlanan Erkek Şiddetiyle Mücadelede Koordinasyona İlişkin İzleme Raporu’na göre 6284 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından kurulan Şiddet Önleme Merkezleri (ŞÖNİM) kadına yönelik şiddetle mücadelede üstlenmesi gereken sosyal hizmet görevini, sayıca yetersizliği ve doğrudan hizmet verme niteliğine sahip olmaması nedeniyle karşılayamıyor. Başvuran kadınlar, eksik ya da yanlış bilgilendiriliyor ve sığınan kadınlar temel ihtiyaçlarına erişim konusunda bile kısıtlamalarla karşılaşıyor.

2. Sezen Aksu’nun 2017 yılında çıkardığı "Şahane Bir Şey Yaşamak" adlı şarkısındaki "Selam söyleyin o cahil Havva ile Adem'e" sözleri nedeniyle hedef gösterilmesinin ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan "Hz. Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yer geldiğinde koparmak bizim görevimizdir. Havva validemize kimsenin dili uzanamaz" ifadelerini kullandı. 2017 Anayasa Değişikliği ile birlikte yetkileri oldukça genişleyen ve siyasi bir figür olarak sahip olduğu etki alanı artan Cumhurbaşkanlığı makamı tarafından böyle bir açıklamada bulunulması, caydırıcı etki yaratmaya elverişli niteliği ile sanat özgürlüğünü tehdit etmektedir. Sezen Aksu, söz konusu ifadenin tekil bir kişiye yönelmekten ziyade bir topluluk olarak sanatçıları ve daha geniş bir çerçevede benzer ifadelerde bulunma olasılığı olan herhangi bir vatandaşı etkilemekte olduğunu “Beni öldüremezsin. Sesim, sazım, sözüm var benim. Ben derken ben herkesim” dizeleriyle vurguladı.

3. Çiğdem Yılmaz’ın haberine göre son iki yılda en az 28 kadın evde yalnız değilken, balkondan ya da pencereden düşerek yaşamını yitirdi. Söz konusu ölümlerin, toplumsal cinsiyete dayalı bir şiddetin, erkek şiddetinin sonucu olarak gerçekleşen kadın cinayetleri olduğu STK’ler ve hak savunucuları tarafından savunulsa da yetkili makamlar etkili soruşturma yükümlülüklerini yerine getirmemek amacıyla “intihar süsü vermeyi” tercih etmeye ve faillerin cezasızlıkla karşılaşmasına sebep olmaya devam ediyor.

4. Kadın gazetecilere yönelik hak ihlallerini tespit eden destek ağı Gazetecilikte Kadın Koalisyonu (CFWIJ) Ocak ayı süresince 14’ü Türkiye’den olmak üzere en az 26 gazetecinin yargı yoluyla taciz edildiğini açıkladı. Raporda ayrıca kadın gazetecilere yönelik trol kampanyaları ve tutuklamalara dikkat çekildi.

5. İstanbul Sözleşmesi eylemine katıldığı için Denizli Valiliği tarafından haklarında sınır dışı kararı verilen İranlı mültecilerin karara yönelik itirazı Denizli İdare Mahkemesi tarafından reddedildi. Davanın avukatlarının açıklamalarına göre ret kararının gerekçesi Denizli İl Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğü'nün 31 Mart 2021 tarih ve 214 sayılı yazısında varılan kamu düzenini bozma kanaati. Toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarını kullanmaları sebebiyle hiçbir somut delil ve yeterli ve makul gerekçe olmaksızın haklarında sınır dışı kararı verilen mülteciler; kendilerine 2 Şubat tarihinde tebliğ edilen kararı bireysel başvuru yoluyla AYM’ye götüreceklerini açıkladı.

6. Derin Yoksulluk Ağı İletişim Koordinatörü Şeyma Duman, yaptıkları görüşmeler sonucunda kadınların yüzde 82’sinin hijyenik pede erişimi olmadığını tespit ettiklerini açıkladı. Regl olan herkes için bir temel ihtiyaç olan hijyenik pedlerin sosyal devlet ilkesi gereğince ücretsiz olması gerekirken ücretlerinin her geçen gün getirilen zamlarla artırılması; kadınların ve regl olan diğer insanların başta eğitim yer almak üzere temel haklarına erişimini kısıtlıyor.

7. Avrupa Konseyi LGBTİ’lere Karşı Artan Nefretle Mücadele Kararı, 25 Ocak 2022 tarihinde oyçokluğu ile kabul edildi. Kararda, trans karşıtı ideoloji de şiddetin artmasına neden olan etmenler arasında sayıldı ve yalnızca LGBTİ’lere değil kadın ve çocuklara da zarar verdiği belirtildi. Macaristan, Polonya, Rusya Federasyonu, Türkiye ve İngiltere’de gerçekleşen saldırılar kınandı ve LGBTİ’lerin özellikle bu ülkelerde tehdit altında olduğu vurgulandı.

8. Katalonya Parlamentosu 15. Yüzyıldan itibaren cadı olduğu iddiasıyla katledilen bine yakın kadını resmi olarak affetti ve onurlandırdı. Cadı avları, kurumsallaştırılmış kadın cinayetleri olarak adlandırıldı.

9. Yeni bir İspanyol hükümet kararıyla devlet tarafından finanse edilen tüp bebek (IVF) için kendilerini erkek veya kadın olarak tanımlamayan nonbinary’lerin, lezbiyenlerin ve transeksüellerin eşit haklara sahip olduğu kabul edildi.

10. Manchester Şehir Konseyi, “Manchester, fırsat eşitliğine sıkı sıkıya inanan bir şehirdir. Trans kadınların kadın, trans erkeklerin erkek ve nonbinarylerin nonbinary olduğuna inanıyoruz. Topluluklarımızdaki farklılıklarımızın şehrimizi daha güçlü hale getirebileceğini ve bunun şehrimizin vizyonunu şekillendirebileceğini biliyoruz.” İfadeleriyle trans haklarının insan hakları olduğunu kabul etti. Bu doğrultuda alınan kararlarda özellikle sağlık hakkına erişimde karşılaşılan sorunlar ve transların maruz bırakıldığı ayrımcılık vurgulandı.

11. Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC), hiçbir sporcunun haksız avantaj nedeniyle herhangi bir yarışmadan dışlanmasını gerektirmeyen trans kapsayıcı, 10 maddelik bir çerçeve yayınladı.