Güncel Hukuki Karar ve Gelişmeler

MENU

Güncel Hukuki Karar ve Gelişmeler

1. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, E. 2021/7208 K. 2021/8370 numaralı kararında, ilk derece mahkemesince davalı-karşı davacı erkeğe yüklenen ve bölge adliye mahkemesince de gerçekleştiği kabul edilen erkeğin kadını Fransa'da bulunan ortak konuttan gönderdikten sonra barışmak için çaba göstermemesi vakıasının somut olayda ortak yaşamdan kaçınma olarak değerlendirilmesi gerektiğine; her iki tarafın da bölge adliye mahkemesince kabul edilen ve gerçekleşen kusurlu davranışları uyarınca boşanmaya sebebiyet veren olaylarda eşit kusurlu olduklarının kabulü dolayısıyla eşit kusurlu eş yararına tazminata hükmedilemeyeceğine karar vermiştir.

2. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 2017/2518 E., 2021/1155 K. numaralı kararında, evlat edinilen ...'un (…1985 d.lu) ...'un eşi olan ...'un çocuğu olmayıp torunu olduğundan TMK'nin 306/3. maddesinin uygulanma olanağının bulunmadığına; TMK'nin 306. maddesi gereğince olayda eşlerin ancak birlikte evlat edinebileceği şartının yerine getirilmediği gibi evlat edinilen ...'un dava tarihinde ergin olması nedeniyle TMK'nin 313/1. maddesi gereğince evlat edinen ...'un altsoyu konumunda olan davacı ...'ın açık muvafakatının alınmadığının saptandığı; evlat edinme davası sırasında erginlerin evlat edinilmesine ilişkin koşullar gerçekleşmediğinden evlatlık ilişkisinin kaldırılması davasının kabulüne karar verilmesi gerektiğine karar verilmiştir. Kararın karşı oyunda ise; somut olayda kıyasen uygulanacak olan TMK'nin 306/1. maddesine aykırı olarak eşlerden biri tarafından evlat edinme gerçekleşmiş ise de eşin duruşmadaki beyanı ile eşinin tek başına evlat edinmesine rızasının bulunduğunu açıkça beyan ettiği; ayrıca evlat edinilenin eşin torunu olup altsoy olarak soy bağı ile bağlı olduğu; kaldı ki Kanun'da eşlerin birlikte evlat edinmesinin mutlak bir kural olmadığı, mirasçıların miras hakkının korunmasıyla da ilgili olmadığı, eşin açıkça evlat edinmeye itirazı olmadığını bildirdiği gözetildiğinde önceki evlatlığın bu koşuldaki eksiklik nedeniyle evlat edinmenin iptalini isteyemeyeceği; TMK'nin 313/1. maddesinde ergin kişilerin evlat edinenin altsoyunun açık muvafakatı ile evlat edinebileceği hükmü yer almakta ise de, somut olayda davacının evlat edinenin altsoyu olmayıp evlatlığı olduğundan bu koşul yönünden de eksiklik bulunmadığı; TMK'de yer alan pek çok düzenlemenin varlığından (TMK m. 17, 129, 314/2, 495, 500/1) evlat edinme ile altsoy üstsoy ilişkisi kurulamayacağı ve evlatlığın altsoy sayılamayacağının açık biçimde anlaşıldığı; mahkemece verilen ret kararının sonucu itibariyle doğru olduğu, eşlerin birlikte evlat edinme kuralı yönünden gerekçenin kısmen düzeltilerek yerel mahkeme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüştür.

3. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2021/7601 E. ve 2021/6759 K. numaralı kararında, davacı erkek tarafından TMK 166/3 maddesine dayalı olarak açılan boşanma davasında, boşanma protokolünün taraflarca değil taraf vekilleri tarafından imzalandığı, ayrıca 06.02.2018 tarihli duruşmada davacı erkeğin hazır bulunmadığı; davacı erkeğin Fransa’da bulunması sebebiyle oğlunun cep telefonundan görüntülü olarak aranarak beyanının tutanağa geçirildiği ve bu şekilde tarafların boşanmalarına karar verildiği; davacı ve davalı asıl tarafından imzalanmış boşanma protokolü olmadan ve davacı erkek duruşmada hazır olup mahkeme hakimince bizzat dinlenilmeden TMK m. 166/3 uyarınca boşanma kararı verilmesinin usul ve kanuna aykırı olduğu gerekçeleriyle bozma kararı verilmiştir.

4. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin, E. 2021/8399 K. 2021/7944 numaralı kararında, 05/04/2015 tarihli rızai sözleşme ile iştirak nafakasını yardım nafakasına dönüştüren ve 10 yıl süre ile aylık 19.000 USD yardım nafakası ile yardım nafakası dışında eğitim hayatı boyunca 80.000 USD okul masrafının 1 Ağustos tarihinde ödeneceği kararlaştırılan sözleşmenin, davacının ekonomik durumuna nazaran ağır şartlar içerdiği gerekçesiyle uyarlanması istemi ile açılan davada, imzalanan sözleşmenin tarafların avukatları eşliğinde kendi hür iradeleri ile imzalandığı ve şartların da yardım nafakasını aşar şekilde özel koşullar içerdiği; sözleşme imza tarihi ile dava tarihi arasında çok fark olmadığı ve kurdaki artışların taraflarca öngörülebilir olduğu; uyarlama talebinde sözleşmenin yapıldığı tarihteki kur miktarının altında bir miktara hükmedilmesinin hukuka aykırı olduğu; belirlenen miktarın hangi esas ve kriterlere göre hesaplandığına dair bir gerekçe belirtilmemiş olduğu sebepleriyle bozma kararı vermiştir.

5. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin, E. 2021/3624, K. 2021/4748 numaralı kararında, tarafların ayrı yaşamaya başladıktan sonra, davacı tarafın tarafları barıştırmak üzere araya giren aracıya “sen nasıl istersen öyle olsun” dediği de değerlendirilerek davacı tarafın önceki olayları affettiğinin, en azından hoşgörü ile karşıladığının kabulü gerektiği; tarafların fiilen ayrı yaşadıkları, fiili ayrılık vakasının tek başına boşanma sebebi sayılamayacağı gerekçesiyle davalı kadına kusur yüklenemeyeceğine ve davanın reddine karar verilmişse de, erkeğin bu yöndeki beyanına dayalı olarak kadına dair kusurların affedildiği yahut en azından hoşgörü ile karşılandığının kabulünün doğru olmadığı; davalı kadının birlikte yaşamaktan kaçınmak amacıyla evi terk etmek suretiyle tam kusurlu olduğunun kabulünün gerektiği yönünde karar verilmiştir.

6. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 2017/2733 E., 2021/1053 K. numaralı kararında, tarafların birlikte aldıkları karar ile ayrı yaşamaya başladıkları; erkeğin eşinin işi ve geliri olmadığını bildiği hâlde kredi kartlarını iptal ettirdiği, giderlerini karşılamadığı; bu nedenle kendisini arayan kayınvalidesine “manyak karı” dediği, böylece boşanmaya sebep olan olaylarda erkeğin tam, kadının ise kusursuz olduğu gerekçesiyle yerel mahkemede tarafların boşanmalarına, kadın eş yararına 1.000TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 20.000TL maddi tazminat ödenmesine, manevi tazminat talebinin ise davacının kişilik haklarına saldırı teşkil eder nitelikte kusurlu bir davranışın varlığı ispatlanamadığından reddine karar verildiği; ancak kadın eşin İstanbul’a ailesinin yanına dönmek durumunda kalması, bu tarihten sonra eşinin işi ve geliri olmadığını bilen erkeğin, kadının kullanmakta olduğu kredi kartlarını iptal ettirmesi ve giderlerini karşılamaması ile kusurlu davranışları olduğu ve kadının kişilik haklarının saldırıya uğradığının belirgin olduğu ifade edilmiştir.

7. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2020/4407 E., 2021/6580 K. numaralı kararında, yerel mahkemede davacı ... Turizm isimli şirketin 3 adet aracı, davacı ...'ın ise 1 adet aracı, davalı şirketten, yabancı para birimi ile, otomotiv ürünleri kredisi ve rehin sözleşmesi kapsamında satın aldığını; ancak sözleşmenin imzalandığı tarihten itibaren davacıların aleyhine döviz kurunda çok büyük artışlar yaşandığını; bu durumun TBK 138. maddesi kapsamında öngörülemeyen ve borçlulardan kaynaklanmayan bir durum olduğunu; döviz kuruyla olan bu taksitleri ödemesini beklemenin dürüstlük kuralına aykırı olduğunu; davalı şirkete yazılı olarak sözleşmenin uyarlanmasının talep edildiğini, ancak sonuç alınamadığını belirterek, öncelikle 4 adet otomotiv ürünleri kredisi ve rehin sözleşmesinin geçerli olup olmadığının tespitine, geçerli ise yeni koşullara uyarlanmasına, uyarlanamıyorsa sözleşmelerin feshine karar verilmesini talep etmiştir. Yargıtay ilgili kararında, TBK'nin 138. maddesinin istisnai nitelikte bir kanun maddesi olduğu; aşırı ifa güçlüğü nedeniyle sözleşmenin uyarlanmasını talep istemi için bazı koşullar öngörüldüğü; davacıların döviz ile borçlanmayı kendi iradeleri ile seçtiği; bu nedenle döviz kurundaki artış riskinin davacılar tarafından göze alındığı ve bu durumun öngörülebilir olduğu ve bu nedenlerle sözleşmelerin uyarlanması için gerekli şartların gerçekleşmediğine karar vermiştir.

8. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2021/5045 E., 2021/12939 K. numaralı kararında, ölenin desteğinden faydalananların ölüm nedeniyle uğradıkları zararı sorumlulardan tazmin etmelerini sağlayan hukuki kurumun destekten yoksun kalma tazminatı olduğu; Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 06/03/1978 tarihli ve 1/3 sayılı kararının gerekçesinde; "Destekten yoksun kalma tazminatının eylemin karşılığı olan bir ceza olmayıp, ölüm sonucu ölenin yardımından yoksun kalan kimsenin muhtaç duruma düşmesini önlemek ve yaşamının, desteğin ölümünden önceki düzeyde tutulması amacına yönelik sosyal karakterde kendine özgü bir tazminat olduğu” hususunun vurgulandığı; somut olayda; eşinin ölümü nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı talep eden davacı eş ...'in yargılama devam ederken 16/12/2013 tarihinde evlenmiş olduğunun anlaşıldığı; eşi öldükten sonra yeniden evlenen davacı ...'in destek gereksinimi evlendiği tarihte sona ereceğinden ve destekten yoksun kalma tazminatının yeniden evlendiği tarihe kadar hesaplanması gerektiğinden, ilk derece mahkemesince desteğin (...’nin) bakiye ömrü dikkate alınarak eşine destek olacağına ilişkin tazminat hesabı yapan bilirkişi raporu doğrultusunda yazılı şekilde karar verilmesinin usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirdiği ifade edilmiştir.

9. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/3156 E., 2021/1209 K. numaralı kararında, boşanmaya sebep olan olaylarda davacının ağır, davalının ise az kusurlu olduğu, böyle bir durumda az kusurlu eşin boşanmaya karşı çıkmasının tek başına boşanma kararı verilmesini engellemeyeceği; eğer ki az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise veya eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşıldığı takdirde boşanmaya hükmedilmesi gerektiği; davalının ağır tahrik altında da olsa eşine fiziksel şiddet uyguladığı, bu nedenle az da olsa kusurunun bulunduğu; ortak çocukların beyanlarından anlaşılacağı üzere mevcut evlilik birliğinin eşler ve çocuklar yönünden korunmaya değer bir yararının kalmadığı; somut olayda davalının davaya karşı çıkmasının hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu, hâl böyle olunca taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte geçimsizliğin var olduğu, olayların akışı karşısında davacının dava açmakta haklı olduğu ve bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın kanunen mümkün olmadığı yönünde karar verilmiştir.

10. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin E., 2021/2952 K. numaralı kararında, davacı erkek tarafından evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı olarak boşanma davası açılmıştır. İlk derece mahkemesi kararında davacı erkeğin kadına ağır hakaretler ettiği, kapıyı kilitleyerek kadını eve almadığı, kadına telefonda ithamlarda bulunduğu, davalı kadının ise sosyal medya hesaplarında 7 yıl boyunca “kızlık” soyadını kullandığı, erkeğin ilk evliliğinden olan çocuklarının erkeği ziyaret etmesinden rahatsızlık duyduğu ve erkeğe hakaret ettiği gerekçesiyle boşanmaya sebebiyet veren olaylarda tarafların eşit kusurlu olduğunu kabul etmiştir. Bu durumda erkeğin boşanma davasının kabulüne, tarafların tazminat taleplerinin reddine ve kadın lehine tedbir ve yoksulluk nafakasına hükmedilmiştir. İlk derece mahkemesinin kararı taraflarca istinaf edilmiş ve bölge adliye mahkemesi tarafların istinaf taleplerinin esastan reddine karar vermiştir. Hüküm taraflarca temyiz edilmiştir. Mahkemece yapılan yargılamada, özellikle davalı kadının “Sosyal medya hesaplarında kızlık soyadının kullanmasının” kişinin güven sarsıcı davranışının kanıtı olarak kabul edilemeyeceğine, ayrıca güven sarsıcı davranış olarak da nitelendirilemeyeceğine, tarafların mahkemece kabul edilen ve gerçekleşen diğer kusurlu davranışlarına göre davacı erkeğin ağır kusurlu, davalı kadının ise az kusurlu olduğuna karar verilmiştir. Buna göre, boşanmaya neden olan olaylarda davacı erkeğin ağır kusurlu olduğuna karar verilmiştir. Mahkemede gerçekleşen kusurlu davranışların aynı zamanda kadının kişilik haklarına da saldırı teşkil ettiği belirtilmiştir. Böylece kadın yararına TMK m. 174/1-2 koşullarının oluştuğuna ve tarafların ekonomik ve sosyal durumları, kusurun ağırlığı ve hakkaniyet kuralları gözetilerek davalı kadın yararına uygun miktarda maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde davalı kadının maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddinin doğru olmadığına ve kararın bozmayı gerektirdiği sonucuna varılmıştır.

11. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 2021/1453 E., 2021/2304 K. numaralı kararında, sanığa ödeme emrinin 7201 sayılı Kanun'un 21/1. maddesine göre 20/06/2019 tarihinde tebliğ edildiği, ancak tebliğ evrakında, bilgisine başvurulan ve haber verilen komşunun ismi tespit ve tevsik edilmeden tebliğ işleminin tamamlandığı, Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 19/09/2018 tarihli ve 2016/12791 esas, 2018/8413 karar sayılı ve 3. Hukuk Dairesinin 11/02/2019 tarihli ve 2017/5224 esas, 2019/901 karar sayılı ilâmlarında belirtildiği üzere, beyanda bulunan komşunun açık kimliğinin tebliğ mazbatasında gösterilmediği durumda, tebliğ memurunun gerçekten muhatabın adresine gittiği fakat bulamadığı hususunun belgelenmediği, yapılan işlemin tebliğ memurunun soyut beyanından ibaret kaldığı ve tebligattan haberdar edilen kişi sadece imzadan imtina etme hakkına sahip olup, isim vermekten imtina edemeyeceğinden bu haliyle sanığa yapılan tebligatın usulü ile yapılmadığı ve geçersiz olduğunun anlaşıldığı, kambiyo senetlerine özgü yapılan haciz yoluyla takiplerde İİK 'nin 74. maddesi uyarınca borçlunun ödeme emri tebliğinden itibaren 10 gün içinde mal beyanında bulunmaması halinde İİK' nin 76.maddesi gereğince hapsen tazyikine karar verilebileceği hususunun düzenlendiği, olayda ödeme emrinin borçlu sanığa usulüne uygun olarak tebliğ edilmemiş olması nedeniyle atılı suçun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmediği , Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma isteminin (1) no’lu bendi açısından ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, Yatağan İcra Ceza Mahkemesinin 03/02/2020 tarihli ve 2019/24 değişik iş, 2019/24 sayılı kararının, CMK’nin 309/4. maddesi uyarınca bozulmasına karar verilmiştir.

12. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 2019/1045 E., 2019/7176 K. numaralı kararında, davacı; davalı tarafından 02.09.2013 tarihinde 16.759,30 TL'lik su faturası tahakkuk ettirildiğini, adresteki işyerinin 23.08.2012 tarihinde kapatıldığını, o tarihten sonra faaliyet olmadığını, tüketim yapılmadığını, su aboneliğini iptal ettirmediğini belirterek 16.759,30 TL borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacı dava dilekçesinde açıkça 02.09.2013 tarihli dönemsel tüketim faturasına yönelik borçsuzluğun tespitini istemiş, aboneliğin bulunduğu işyerinde faaliyet olmadığı ve su tüketimi bulunmadığını ileri sürmüştür. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun ve ilgili Yargıtay dairesinin istikrar kazanmış olan uygulamasına göre abonelik iptal ettirilmedikçe o abonelik üzerinden tüketilen su, elektrik ve doğalgaz bedelinden fiili kullanıcı ile birlikte abonenin de müteselsilen sorumlu olduğu ifade edilmiştir. Olayda; davacının su abonesi olduğu, aboneliğin bulunduğu işyerinin kapatılmasına karşın aboneliğini sonlandırmadığı, davaya konu edilen su tüketim bedelinden sorumlu olacağına karar verilmiştir. Böylece, su abonesi olan davacının aboneliğini sonlandırmadığı sürece tüketilen su bedelinden sorumlu olduğu, daha az tüketim yaptığına dair bir iddia da ileri sürülmediğinden bilirkişi incelemesine gerek olmaksızın davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirdiği yönünde karara varılmıştır.

13. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2021/4211 E., 2021/5410 K. numaralı kararında, taraflarca karşılıklı olarak açılan boşanma davalarının yargılanması sonucunda ilk derece mahkemesince boşanmaya sebep olan olaylarda; maddi çıkar amacıyla evlenen, evlilik birliğini devam ettirme amacı bulunmayan, eşi ile birlikte olmaktan kaçınan, evlilik birliğinin gereklerini yerine getirmeyen ve evden ayrıldıktan sonra tanıklara ve erkeğin oğluna, eşi için sapkın isteklerinin olduğunu söyleyen (davalı-davacı) kadının, eşine küfür eden ve eşini evden kovan (davacı-davalı) erkeğe nazaran daha ağır kusurlu olduğu kabul edilerek her iki boşanma davasının da kabulü ile tarafların boşanmalarına, kadının yoksulluk nafakası ve tazminat taleplerinin reddine, erkek yararına 10.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmiştir. Hüküm (davalı-davacı) kadın tarafından istinaf edilmiştir. Bölge adliye mahkemesi (davacı-davalı) erkeğe yüklenen kusurların erkek tarafından istinaf edilmeyerek kesinleştiğine, erkeğin kesinleşen "Kadını evden kovma" kusuru da göz önüne alındığında kadına yüklenen “Maddi çıkar amacıyla evlenme” ve “Evlilik birliğini devam ettirme gibi bir amacının bulunmamasına” ilişkin kusurlu davranışlarının kanıtlanamadığı, bu durumda kabul edilen ve gerçekleşen diğer kusurlu davranışları uyarınca tarafların boşanmaya sebebiyet veren olaylarda eşit derecede kusurlu oldukları gerekçesiyle kadının istinaf başvurusunu kısmen kabul etmiş ve kadın yararına boşanma hükmünün kesinleştiği tarihten itibaren aylık 350,00 TL yoksulluk nafakası takdirine, erkeğin manevi tazminat talebinin reddine, kadının sair istinaf taleplerinin ise esastan reddine karar vermiştir. Hüküm bu sefer (davacı-davalı) erkek tarafından temyiz edilmiştir.

(Davalı-davacı) kadın evlilik tarihinden üç gün önce 11.12.2015 tarihinde (davacı-davalı) erkeğin tek tapulu mal varlığı olan oturduğu evini tapuda satış yoluyla devralmış, mahkemeye kendisine ait taşınmazın satışı suretiyle elde ettiği parayla (davacı-davalı) erkeğin evini satın aldığını beyan etmiş ise de tapu müdürlüğünden gelen yazı cevabı ile beyanının doğru olmadığı anlaşılmıştır. Ayrıca (davalı-davacı) kadının tanıklara çocuklarının geleceği için, ev için evlendiğini söylediği ve taraflar arasındaki yaş farkının da kırk yedi olduğu göz önüne alındığında, kadına yüklenen “Maddi çıkar amacıyla evlenme” ve “Evlilik birliğini devam ettirme gibi bir amacının bulunmamasına” ilişkin kusurlu davranışlarının mahkemece sabit olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda (davalı-davacı) kadın ağır kusurlu bulunmuştur. Bununla birlikte kadının kusurlu davranışlarının erkeğin kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği de ifade edilmiştir. Bu halde (davacı -davalı) erkek yararına TMK'nin 174/2 maddesi koşulları oluştuğu kabul edilmiş ve erkek yararına manevi tazminatın takdir edilmesi gerektiğine hüküm verilmiş ve manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesinin bozmayı gerektirdiği ifade edilmiştir. Ayrıca (davalı-davacı) kadın ağır kusurlu kabul edildiğinden yoksulluk nafakasına hükmedilmesinin de kanuna aykırı olup bozmayı gerektirdiğine hükmedilmiştir.

ANAYASA MAHKEMESİ (AYM) KARARLARI

1. AYM, Gülbiz Alkan başvurusunda (B. No: 2018/33476) belediyede görev yapan başvurucunun, belediye başkanının eşi hakkındaki sözleri dolayısıyla iş akdinin feshedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasını incelemiştir. Karara konu olan olayda; sığınma evinin koordinatörlüğünü yapan başvurucu, sığınma evinin belediye tarafından kapatılmasının ardından belediyenin başka bir biriminde çalışmaya devam etmiş olup kapatılmayla ilgili belediye başkanına e-posta göndermiş ve yine aynı belediyede çalışan belediye başkanın eşine kapatma kararının geri alınması için mektup göndermiştir. Sığınma evinin kapatılması basında yer bulmuş ve başvurucunun yazmış olduğu iddia edilen telefon mesajında sığınma evinin kapatılması ve çalışanların işlerine son verilmesine yönelik ifadeler yer almıştır. Başvurucunun bu mesajların kendisine ait olduğunu kabul etmemesine rağmen, bu mesajlar ve sivil toplum örgütleri ile kamuoyuna belediyeyi karalayıcı ve küçük düşürücü ifadeler kullanması sebebiyle İş Kanunu’nun 25. maddesi uyarınca haklı fesih şartları oluştuğu gerekçe gösterilerek iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu tarafından işe iade davası açılmış olup iş mahkemesi başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Belediye tarafından yapılan istinaf başvurusu sonucunda ise Bölge İdare Mahkemesi, başvurucunun belediye başkanının eşini hedef alarak yaptığı paylaşımların iş sözleşmesinin feshi için haklı bir sebep olacağını belirterek ilgili kararı kaldırmış ve davanın reddine hükmetmiştir.

AYM, belediyelerin kamu gücünü kullanan kurum olması dolayısıyla olayın devletin negatif yükümlülükleri kapsamında incelenmesi gerektiğini belirtmiştir. AYM başvuru konusu olayda ifade özgürlüğü ile şeref ve itibarın korunması hakkı arasındaki adil dengenin kurulmadığını, başvurucunun şikâyete konu olan paylaşımların kendisine ait olmadığını belirtmesine rağmen paylaşımın kaynağı ile ilgili gerekli araştırmaların yapılmadığını, başvurucunun açıklamalarının sığınma evinin kapatılmasına yönelik olduğu ve sığınma evlerinin kadına şiddet konusunda hayati önemi taşıdığı için kamusal faydası yüksek bir tartışmaya katkı sunan eleştiri niteliğinde ifadeler olduğunu belirtmiştir. AYM, ilgili gerekçelerle başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığına ve Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.

2. AYM, Keskin Kalem Yayıncılık ve Ticaret A.Ş. ve Diğerleri başvurusunda (B. No: 2018/14884) internet haber sitelerinde yer alan haberlere yönelik verilen erişim engelleme kararlarının ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve etkili başvuru hakkını ihlal ettiği iddiasını incelemiştir.

AYM Genel Kurulu tarafından ilgili dosyalar birleştirilerek bir pilot karar verilmiştir. Tüm başvurularda internet içeriklerinde yer alan ifadeler hakkında, şeref ve itibar haklarını ihlal ettiği iddiası dolayısıyla sulh ceza hakimliklerine başvuruda bulunan kişilerin talepleri doğrultusunda erişim engelleme kararı verilmiştir. AYM, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’da yer alan içeriğin yayından çıkarılması ve yayına erişimin engellenmesi kararlarına ve bu kararlara yapılan itirazlara yönelik usulü incelemiş, sulh ceza hâkimliklerince verilen bu kararlarda çatışan haklar arasında adil bir dengenin kurulmadığını, yapılan itirazlardaki iddiaların değerlendirilmediğini ve erişimin engellenmesinin süresiz olmasının keyfi ve orantısız müdahalelere yol açabileceğini belirtmiştir.

AYM, ilgili gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlükleri ile Anayasa'nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine, bununla birlikte aynı kapsamda yapılmış olan başvurular ile yeni başvuruların incelenmesinin, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü madde 75 uyarınca bir yıl süreyle ertelenmesine oy birliği ile karar vermiştir.

3. AYM Birinci Bölümü Mehmet Al başvurusunda (B. No: 2021/6664), eğitim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

Başvurucu, hükûmeti ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçundan tutukludur ve aynı zamanda üniversite öğrencisidir. COVID-19 salgını nedeniyle öğrenim gördüğü fakültede derslerin ve sınavların uzaktan öğretim yoluyla internet üzerinden gerçekleştirilmeye başlanması üzerine internet yoluyla ders ve sınavlara girme talebini Ceza İnfaz Kurumuna bildirmiştir. Ceza İnfaz Kurumu İdare Kurulu Başkanlığı; hükümlü ve tutukluların mevzuat uyarınca örgün ve uzaktan eğitime devam etmesinin mümkün olmadığı, ceza infaz kurumunun fiziki yapısı, yeterli alt yapıya sahip internet bağlantılı bilgisayarların bulunmaması ve COVID-19 salgını riskleri nedenleriyle ciddi aksaklıkların meydana geleceğinden bahisle başvurucunun talebini kabul etmemiştir. Olağan hukuk yollarını tüketen başvurucu, ceza infaz kurumunda internet yoluyla üniversite derslerine ve sınavlarına katılma talebinin reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

AYM, “kapalı ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun COVID-19 salgını nedeniyle geçici olarak uzaktan öğretim metoduna geçtiği anlaşılan örgün yükseköğretim programına, internet kullanma imkânından yararlandırılarak devam etmesinin sağlanması yönünden devletin herhangi bir pozitif yükümlülüğü bulunmadığının açık olduğu” değerlendirmesinde bulunmuş ve eğitim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

4. AYM İkinci Bölümü Adem Erdem başvurusunda (B. No: 2018/13415), Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

Başvurucu, özel bir şirket aleyhine İş Mahkemesi’nde işe iade davası açmıştır. Fetullahçı Terör Örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle iş akdinin feshedileceği söylenerek üzerinde baskı kurulduğunu, kıdem ve ihbar tazminatları ödenerek istifa etmek zorunda bırakıldığını ileri sürmüştür. Başvurucu, aynı işyerinde çalışan H.U.’nun tanık olarak dinlenmesini istediğini zira Şirket yetkililerinin kendisini istifaya zorladığı sırada H.U.’nun da yanlarında bulunduğunu belirtmiştir.

H.U., yargılama sırasında Mahkeme’ye verdiği dilekçeyle davalı Şirkette direktör olduğunu, menfaat ihlali tehlikesi nedeniyle tanıklıktan çekinmek istediğini belirtmiştir. Mahkemece H.U.’nun çekinme talebi hakkında herhangi bir değerlendirme yapılmamış, H.U. tanık olarak dinlenmemiştir. Mahkeme, iş akdinin başvurucunun isteğiyle sonlandırıldığının anlaşıldığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Başvurucu, Mahkeme’nin kararına karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi istinaf istemini reddetmiştir. Başvurucunun temyiz talebi üzerine Yargıtay hükmü onamış ve karar kesinleşmiştir.

Olağan hukuk yollarını tüketen başvurucu, olağanüstü ve ikincil bir yol olan Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yoluna, işe iade davasında gösterilen tanığın tanıklıktan çekinme talep etmesi üzerine bu talep incelenmeden ve tanık dinlenmeden davanın reddine karar verilmesi nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürerek başvurmuştur.

AYM, başvurucu tarafından dile getirildiği hâlde Bölge Adliye Mahkemesi ve Yargıtay tarafından da tanığın çekinmesine dair bir değerlendirme yapılmadığını tespit etmiştir. Başvurucunun istifa dilekçesinin baskı altında imzalatıldığı ve gerçek iradesini yansıtmadığı iddiasını ispat etmede belirleyici delil olan tanığın çekinmesi, başvurucuyu aleyhindeki delillerin aksini ispat imkânı hususunda davalı işverene nazaran zayıf bir konuma düşürmüştür. Bu itibarla AYM, yargılama makamlarınca başvurucunun dezavantajlı durumunu gidermek için ilgili usul kurallarında öngörülen ve Yargıtay içtihadında da benimsenen şekilde dengeleyici imkânların sağlanması gerektiği hâlde bu yönde bir değerlendirme dahi yapılmamış olmasının, bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği değerlendirmesinde bulunmuş ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

5. AYM Birinci Bölümü Mahmut Alkan başvurusunda (B. No: 2018/7436), Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlali iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

Başvurucunun oğlu C.A., hakkında yürütülen bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanmış ve Ceza İnfaz Kurumu’na götürülmüştür. C.A. tutulduğu koğuşta ayakkabı bağcığıyla intihar etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) konuyla ilgili derhâl ceza soruşturması başlatmıştır. Başsavcılık otopsi raporu aldırmış ve olayla ilgili tanıkların ifadelerini almıştır. Ceza İnfaz Kurumu’na girdiği ilk andan itibaren uyuşturucu maddenin etkisi altında olan C.A.’nın içinde bulunduğu ruh hâlinin etkisiyle intihar ettiği ve ölüme bir başkasının karıştığına dair delil tespit edilemediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun karara itirazı reddedilmiştir. Öte yandan Başsavcılık, Ceza İnfaz Kurumu yetkilileri hakkında görevi kötüye kullanma suçu yönünden yürüttüğü soruşturmayı sonuçlandırıp kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara itirazı da reddedilmiştir.

AYM’nin değerlendirmesine göre, ölüm olayını çevreleyen koşulların ve varsa sorumluların tespitine engel olmadığı sürece olayın gelişimine ve delillerin elde edilmesine ilişkin olarak, ölen kişinin yakınlarının her türlü iddialarını ve taleplerini soruşturma makamlarının karşılama zorunluluğu bulunmadığı akılda tutulmalıdır.

Başvuruya konu soruşturmada esasa etkili tüm işlemler (ölü muayenesi ve otopsi işlemleri, olay yeri incelemesi, tanık ifadelerinin alınması) Başsavcılıkça yapılmış ve iddia edildiği gibi sadece Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince düzenlenen tutanak ile disiplin soruşturması kapsamında verilen ifadelerle yetinilmemiştir. Bu nedenle soruşturmanın bağımsızlığından ve/veya tarafsızlığından şüphe edilmesini gerektirecek herhangi bir neden bulunmamaktadır.

Başvurucu, infaz koruma memurlarının ifadelerinin tanık sıfatıyla alınmasından yakınmıştır ancak bu durum başvurucunun oğlunun ası sonucu ölmesinden ve soruşturma kapsamında anılan kişilerin suç teşkil eden bir eylemlerinin tespit edilememesinden ileri gelmiştir. Ayrıca başvurucu ceza soruşturmasına yeterli ölçüde katılabilmiştir. AYM bahsedilen gerekçelerle yaşam hakkının ihlali iddiasının kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

6. AYM Birinci Bölümü Hayat Abdulbari ve Muhanned Ferdusi başvurusunda (B. No: 2018/35788), Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Başvurucular halk plajında bulunan kale direğinin başına düşmesi sonucu hayatını kaybeden M.F.’nin annesi ile kardeşidir. Olayla ilgili Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda kale direğinin konulmasından sorumlu yetkili hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucular kovuşturmaya yer olmadığı kararının kendilerine tebliğ edilmediğini belirterek Belediye’den maddi ve manevi zararlarının tazminini talep etmiştir. Talebin zımnen reddedilmesi üzerine başvurucular İdare Mahkemesi’nde tam yargı davası açmıştır. İdare Mahkemesi davanın süre aşımından reddine hükmetmiştir. İstinaf talebi üzerine Bölge İdare Mahkemesi ret kararı vermiştir. Olağan hukuk yollarını tüketen başvurucular, kamu makamları tarafından gerekli önlemlerin alınmaması sonucu meydana gelen ölüm olayına ilişkin olarak açılan tam yargı davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

AYM, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın tebliğ edilmemesinin ve eylemin idariliğinin başvurucular tarafından öğrenilmesinin gecikmesine neden olmasının tüm hususlarla bir bütün olarak değerlendirildiğinde İdare Mahkemesi tarafından ölüm tarihi esas alınarak dava açma süresinin belirlenmesine ilişkin yorumun başvurucuların dava açmalarını aşırı derecede zorlaştırdığı değerlendirmesinde bulunmuştur. Dolayısıyla bahse konu yorumla davanın süre aşımından reddedilmesinin, mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir.

7. AYM Genel Kurulu Umut Çongar başvurusunda (B. No: 2017/36905), Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

Başvurucu, önceki tarihte işlenen ve hükmü infaz edilen bir suçun daha sonra işlenen bir başka suça ilişkin mahkûmiyet hükmünde değerlendirmeye esas alınması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. AYM’ye göre “ilk derece mahkemesinin söz konusu uygulamasıyla ispat yükü, iddia makamında kalmamış; başvurucuya devredilmiştir.”

Yine AYM’ye göre “Daha önce hakkında terör örgütü üyesi olma suçundan kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmü bulunan kişilerin daha sonra suç oluşturup oluşturmadığına bakılmaksızın herhangi bir yeni eyleminin önceki eylemleri ile birlikte değerlendirilerek yeniden ve otomatik olarak terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılmaları sonucunu doğuracaktır.”

AYM kararındaki diğer gerekçelerle beraber başvurucunun, masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

8. AYM Birinci Bölümü Aydın Keskin başvurusunda (B. No: 2019/4746), Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir.

Başvurucunun eşi B.K. geçirdiği bir trafik kazası sonucu vefat etmiştir. Olay sonrası trafik ekipleri Kaza Tespit Tutanağı düzenlemiş, Cumhuriyet Başsavcılığı resen ve derhâl soruşturma başlatmıştır. Yapılan ölü muayenesine göre B.K.’nin ölüm sebebinin kazaya bağlı kafa travması ve sağ bacaktaki yaralanma sonucu ciddi kan kaybı olduğu değerlendirilmiştir. Başvurucu, meydana gelen ölümlü trafik kazasına ilişkin olarak etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

AYM, “Başvurucunun taleplerine, olay anına dair görüntüleri bizzat temin edip Cumhuriyet Başsavcılığına iletmesine ve olay anının görüntü kayıtlarının izlenmesiyle çarpan ikinci aracın niteliklerine uygun üç plakanın tespit edilmiş olmasına rağmen Cumhuriyet Başsavcılığının "müteveffanın meydana gelen trafik kazasında asli kusurlu olduğu, ilk çarpmanın etkisiyle yere düşen müteveffanın bacağının üzerinden geçen diğer araç sürücüsünü tespit etmeye çalışmanın ... herhangi bir sonuç doğurmayacağı" gerekçesiyle yalnızca çarpan ilk aracın sürücüsü hakkında soruşturma yürüttüğü, ikinci aracın sürücüsünün tespiti amacıyla soruşturma yürütmediğini” tespit ettikten sonra, yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir.

Ayrıca AYM, bireysel başvurunun ikincilliği ilkesinin söz konusu başvuruda uygulanmasının yerinde olmayacağını belirtmiştir. AYM’ye göre “Ceza soruşturmasında ikinci sürücünün kimliği tespit edilmediği için tazminat davasındaki husumetin yöneltileceği sorumluların netleştirilmemesi nedeniyle olaydaki sorumlulukların belirlenmesine ve zarara ilişkin uygun giderim sağlanmasına imkân veren tazminat yolunun etkililiği zedelendiğinden başvurucunun tazminat yolunu tükettikten sonra bireysel başvuruda bulunması beklenemeyecektir.”

9. AYM Birinci Bölümü Muhammet Serkan Şener başvurusunda (B. No: 2016/13501), Anayasa'nın 26. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar vermiştir.

Öğretmen olan başvurucu, Gezi Parkı olaylarının yaşandığı dönemde sosyal medya hesabından bazı paylaşımlarda bulunmuştur. Başvurucu ile aynı okulda müdür yardımcısı olarak çalışan ve sosyal medya üzerinden de başvurucuyu takip eden S.A. başvurucunun kişisel hesabından yapmış olduğu ilgili paylaşımları Okul Müdürü R.Y.’ye bildirmiştir. Bunun üzerine söz konusu paylaşımların ekran görüntüleri okul yönetimi tarafından alınmış ve başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır.

Soruşturma sonucunda başvurucunun paylaşımlarının güncel ve toplumsal olayların kullanılması suretiyle iktidarda olan siyasi partinin çalışmalarını karalayıcı ve aşağılayıcı nitelik arz ettiği belirtilerek başvurucunun disiplin hukuku yönünden 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125. maddesi uyarınca kademe ilerlemesinin durdurulması cezası ile tecziyesine karar verilmiştir. İdari yönden ise 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 8. maddesi uyarınca kamu yararı ve hizmet gereği il içinde görev yerinin değiştirilmesine karar verilmiş ve başvurucu başka bir okula atanmıştır.

Başvurucu, hakkında tesis edilen yer değiştirme işlemine karşı İdare Mahkemesi’nde iptal davası açmıştır. İdare Mahkemesi, sosyal medya sitesi üzerinden yapılan paylaşım ve yorumlar nedeni ile herhangi bir siyasi parti yararına veya zararına fiilen faaliyette bulunmak şeklindeki eylemleri sübuta ermiş olsa dahi söz konusu eylemlerin başvurucunun görevini çalıştığı kurumda sürdürmesinde sakınca oluşturacak nitelikte olmadığı sonucuna vararak dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir.

Karara karşı davalı idare istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bölge İdare Mahkemesi, başvurucunun başka bir okula öğretmen olarak naklen atanmasında kamu yararı ve hizmet gereklerine aykırılık bulunmadığını belirterek ilk derece mahkemesinin kararının bozulmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. BAM tarafından verilen bozma kararının ardından başvurucu AYM’ye sosyal medyada kullanmış olduğu ifadeler sebebiyle naklen atama işlemine tabi tutulmasının ifade özgürlüğünün ihlal ettiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur.

AYM, somut olayda başvurucunun naklen atanmasına dair işlemin hayatı üzerinde katlanması gerekenden daha ağır ciddi olumsuz etkiler ortaya çıkarmadığı ve naklen atamanın hizmet gerekleri dışında sırf caydırıcı amaçlarla uygulandığı yönünde bir bulgunun mevcut olmadığı sonucuna ulaşmıştır. İdarenin bu alandaki geniş takdir yetkisi de gözetildiğinde başvurucunun hizmet gerekleri doğrultusunda naklen atanmasına dair işlemin zorunlu bir sosyal ihtiyaca karşılık gelmediğinden ve orantılı olmadığından söz edilemeyeceği değerlendirmesinde bulunmuş ve başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar vermiştir.

10. AYM Birinci Bölümü Kent Çarşı Yönetimi başvurusunun (B. No: 2019/21781) süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna hükmetmiştir. AYM’ye göre “Somut olayda mahkeme ilamının başvurucunun avukatı tarafından UYAP üzerinden okunduğu, bu kapsamda 13/5/2019 tarihinde bireysel başvuruya ilişkin nihai karardan haberdar olunduğunun ve bu doğrultuda bireysel başvuru süresinin 13/5/2019 tarihinden itibaren işlemeye başladığının kabul edilmesi gerekir. Nitekim ilgili usul kuralları uyarınca sürenin münhasıran tebliğden itibaren işlemeye başlayacağının kabul edildiği uygulamaların aksine bireysel başvuru yolunda başvuru süresi, ihlalin öğrenilmesi esasına bağlanmıştır.”

Söz konusu başvuruda karşı oy kullanan Selahaddin Menteş’in karşı görüşü şu şekildedir: “Tebliğ öncesi UYAP üzerinden karara ulaşma imkânı varlığı gerekçe gösterilerek burada yer alan kayıtlar çerçevesinde başvuru süresinin geçmiş sayılması kişilerin mahkemeye erişim hakkını orantısız bir şekilde sınırlamaktadır. Bireysel başvuruda bulunmak isteyen bireyler sürenin tebligat ile başlayacağına ilişkin güven çerçevesinde mahkemenin bu uygulaması nedeniyle ayrıca mağduriyet yaşamaktadırlar. UYAP'tan karara erişmek suretiyle sürenin başlayacağını kişinin bilebilmesi bireysel başvuruda bulunacak bir kişiden beklenemez. Mahkememizce sürenin başlaması için tebligata ilişkin genel esaslardan ayırarak öğrenme kavramına indirgemek yorum yoluyla sınırlandırma yapmak olur. Anayasa Mahkemesince öğrenme gibi, belgelendirilme imkânı olmayan şeffaf ve denetlenebilir niteliği olmayan arızi ve tesadüfi bir kavramın tercih edilmesi her bir dosya açısından da başka sorunlar yaratabilir. Bu nedenle sürenin başlangıcı için kullanılacak kriterin belgelendirilebilir bir kriter olması gerekir. Bu sebeple de sürenin başlangıcında hukuk sistemimizde kullanılan ve oturmuş tebligat sisteminin esas alınması sürenin de tebliğ ile başlaması gerekmektedir.”

11. AYM Genel Kurulu Mustafa Altın başvurusunda (B. No: 2018/10018), Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı ve Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Bireysel başvuruya konu olan söz konusu olayda kamu bankasında hizmet akdine dayalı olarak çalışan başvurucu, ilave tediye alacağının tarafına ödenmesine karar verilmesi istemiyle banka aleyhine dava açmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) iş mahkemesi sıfatıyla baktığı davanın kabulüne karar vermiş ve karar Yargıtay temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Kesinleşen bu hükme dayanılarak başvurucuya dava konusu bedel ödenmiştir.

Davalının maddi hata incelemesi talebi üzerine Yargıtay, çalıştığı dönemde davalı banka tarafından başvurucuya ikramiye ödemesi yapıldığı hususunun gözden kaçırıldığını, bu nedenle ilk onama kararının maddi hataya dayalı olarak verildiğini belirterek davacıya ikramiye ödemelerinin yapılıp yapılmadığının tespiti amacıyla onama kararını kaldırarak hükmü bozmuştur. Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada davanın reddine karar verilmiş ve davacının temyiz talebi üzerine hüküm Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmiştir. Başvurucuya ilk onama ilamı sonrası ödenen bedelin iadesi talebiyle icra takibi yapılmış ve başvurucu bu parayı ödemiştir. Başvurucu, işçi ile işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davasında Yargıtay onamasıyla kesinleşen lehe kararın maddi hata düzeltim yoluyla ortadan kaldırılarak uyuşmazlığın esasının yeniden ele alınması nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

AYM, “Yargıtay’ın usul hukukunda öngörülmemiş bir yöntemle kanuni dayanağı olmaksızın kesinleşmiş hükme müdahale edilmesini gerektirecek zorlayıcı ve istisnai durumları yine usul hukuku çerçevesinde objektif ve kabul edilebilir ölçüde ortaya koymadan başvurucunun lehine olan nihai, bağlayıcı mahkeme kararının hüküm ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde bozma kararı verdiği anlaşılmıştır.” değerlendirmesinde bulunarak başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Ayrıca AYM, bedelin kesin hüküm ortadan kaldırılarak iadesine karar verilmesi şeklindeki mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin kanunilik unsurundan yoksun olduğunu belirtmiş ve başvurucunun mülkiyet hakkının da ihlal edildiğine karar vermiştir.

12. AYM Birinci Bölümü Alper Tunga Kuru ve Özcan Kaya Güvenç başvurusunda (B. No: 2016/2486), Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir.

Başvuruya konu olan olaydaki iddiaya göre, başvurucular Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) tarafından Kızılay'da basın açıklaması yapılan olay tarihinde Kızılay'daki bir kafede oldukları esnada kafede bulunan diğer kişilerle birlikte kolluk görevlilerinin fiziki ve sözlü şiddetine maruz kalmıştır. Olağan hukuk yollarının tüketilmesinin ardından başvurucular, kolluk görevlilerince güç kullanımı neticesinde yaralanmalarına karşın şikâyetlerinin etkili olarak soruşturulmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür

AYM, olaydan kısa bir süre sonra sundukları başvurucuların ayrıntılı açıklamalarına dayalı şikâyet dilekçeleri ile yaralanmalarına delil olarak gösterdikleri sağlık raporları birlikte değerlendirildiğinde kötü muamele iddialarının savunulabilir olduğunun açık olduğu değerlendirmesinde bulunmuştur. Fakat buna rağmen AYM’ye göre “Başsavcılık maddi gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından yeterince araştırma yapmamış, olay yerini gösteren kamera görüntülerinin veya tanıkların olup olmadığını soruşturmamıştır.” AYM, kararında açıklanan diğer gerekçelerle birlikte kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir.

13. AYM Birinci Bölümü Ahmet Gödeoğlu başvurusunda (B. No: 2018/28616), Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Başvurucu özel sektör bünyesinde göz hekimi olarak çalışırken finansal kiralama sözleşmesi ile edindiği tıbbi cihazların bedelini bankaya ödemediğinden bahisle hakkında suç duyurusunda bulunulmuş, Asliye Ceza Mahkemesi’nde açılan dava sonucunda başvurucunun hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan 10 ay hapis ve 80 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Sağlık Müdürlüğü, başvurucunun hapis cezasına mahkûm olması nedeniyle çalışma belgesinin iptaline karar vermiştir. Bu iptal kararına karşı olağan hukuk yollarını tüketen başvurucu, hekimlik mesleğindeki hak ve yetkilerini kullanmasının ömür boyu yasaklanması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğini iddia ederek bireysel başvuruda bulunmuştur.

AYM “Başvurucu hakkındaki yaptırımın belirli bir yer ve süre sınırı olmaksızın uygulanacağı, yaptırımın sonucu olarak başvurucunun yalnızca kamu sektöründe değil özel sektör bünyesinde de bir daha hekimlik mesleğini yapamayacağı anlaşılmaktadır. Kanun koyucunun kamuda çalışmaya dair aradığı özelliklerin -kamuya girme mutlak bir hak olmadığından- özel sektörde mesleğin icrasına ilişkin şartlara göre daha katı olması olağan kabul edilebilir. Ancak kişinin özel sektörde mesleğini icra etmesinin yasaklanması sonucunda bu kişinin katlanması gereken külfetin ağırlığı ile bu yaptırımdan beklenen genel yarar arasında adil bir dengenin kurulamadığı, dolayısıyla başvurucunun özel hayatına yapılan müdahalenin orantısız olduğu sonucuna” varmış ve başvurucunun Anayasanın 20.maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir.

AYM söz konusu başvuruda ayrıca önemli bir karara da imza atmıştır. Başvurucu, bireysel başvuru tarihinden sonra vefat etmiştir. Anayasa Mahkemesi Asya Oktay ve diğerleri (B. No: 2014/3549, 22/3/2017) kararından sonraki dönemde, bireysel başvuru devam ederken başvurucunun ölmesi durumunda ölüm tarihinden sonra makul bir süre içinde kendiliğinden Anayasa Mahkemesine başvurarak başvuruya devam etmek istediğini bildiren mirasçıların -menfaatlerinin bulunup bulunmadığını da gözeterek- başvurularını incelemiştir. Söz konusu makul süre, Anayasa Mahkemesinin T.G. (B. No: 2017/21163, 9/1/2019) kararında -haklı mazeretler saklı kalmak kaydıyla- ölüm tarihinden itibaren dört ay olarak tespit edilmiştir. Somut olayda 23/1/2021 tarihinde vefat eden başvurucunun mirasçılarının karar tarihine kadar geçen sürede başvuruya devam etmek istediklerine ilişkin taleplerini Anayasa Mahkemesine iletmedikleri görülmüştür. Bu durumda başvuruya devam etme talebinin dört aylık süre içinde yapılmadığı açıktır. Fakat AYM’göre, “Eldeki başvuru ceza mahkûmiyetinin sonucu olarak bir meslek veya sanatın icrasını kapsam ve süre ile sınırlamaksızın yasaklayan uygulamaların özel hayata saygı hakkına yönelik etkisinin ve sınırlarının belirlenmesi hususunda önem arz etmektedir. Zira Anayasa Mahkemesi sürekli bir yasaklamayı içeren benzer bir konuya ilişkin başvuruyu daha önce karara bağlamamıştır. Dolayısıyla ceza mahkûmiyetinin sonucu olarak bir meslek veya sanatın icrasının sürekli şekilde yasaklanması bağlamında özel hayata saygı hakkının kapsam ve sınırı henüz belirlenmemiştir. Bu nedenlerle başvurunun incelenmesini devam ettirmeyi gerekli kılan ve İçtüzük'ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen nedenlerin bulunduğu değerlendirilerek başvurunun incelenmesine devam edilmesi” gerekmektedir.


YARGITAY CEZA DAİRESİ KARARLARI

25. Yargıtay 6. Ceza Dairesi, 2021/24181 E., 2021/2026 K. numaralı karara göre, Kadıköy 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 26/09/2006 tarihli kararının kesinleşmesini müteakip, hükümlünün yargılamanın yenilenmesine dair dilekçesine ek olarak ibraz ettiği İzmit Asker Hastanesince tanzim edilen raporda hükümlünün "anti-sosyal kişilik bozukluğu" tanısı bulunduğunun tespit edildiği ve mahkemece yapılan yargılama aşamasında da anılan hususun ileri sürülmediğinin anlaşılması karşısında, hüküm tarihinde mahkemece bilinmeyen ve sonradan ortaya çıkan bu durum nedeniyle, hükümlünün 5237 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamadığının veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin önemli derecede azalmış olup olmadığının Adli Tıp Kurumunca tespiti lüzumunun bulunması gerektiğinden bahisle, yargılamanın yenilenmesi talebinin kabulüne karar verilerek bu yönde rapor alındıktan sonra sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde itirazın reddine karar verilmesinde isabet görülmediğinden anılan kararın bozulması gerektiğinin ihbar olunduğu anlaşılmıştır.

26. Yargıtay 6. Ceza Dairesi, 2021/4667 E., 2021/20082 K. numaralı karara göre, asliye ceza mahkemesinin çocuk mahkemesi sıfatıyla baktığı davaya, çocuk mahkemesi sıfatıyla baktığının tutanağa yazılamaması ve 15-18 yaş aralığında olan çocuklar hakkında Sosyal İnceleme Raporu alınmaması ve gerekçesinin bildirilmemesi bozmayı gerektirmiştir.

27. Yargıtay 6. Ceza Dairesi, 2021/4415 E., 2021/20088 K. numaralı karara göre, suça sürüklenen çocuk hakkında duruşmanın kapalı yerine açık yapılması telafisi olanaklı olmadığı için bozma nedeni yapılmamıştır. Ancak ceza sorumluluğu olmayan çocuklar hakkında ÇKK’nin 11. Maddesi gereğince uygulanacak olan danışmanlık tedbirine, çocuğun ceza sorumluluğu olsa da uygulanması, kanuna aykırı olup, bu hususun düzeltilerek onanması gerekir.

28. Yargıtay 6. Ceza Dairesi, 2021/4490 E., 2021/20333 K. numaralı karara göre, suç tarihleri olan 22.02.2014 tarihinde 4 defa, 10.04.2014 tarihinde ise 2 defa olmak üzere kargo paketlerini gizlice aldığının tespit edildiği, iki olay arasında zaman aralığı bakımından hukuki kesinti bulunduğu, eylemler arasında kastın yenilendiğini gösterir uzun sürenin girmesi nedeniyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanamayacağı, gözetilmeden iki ayrı suç yerine tek suçtan hüküm kurularak TCK'nin 43. maddesinin uygulanmış olması, aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

29. Yargıtay 6. Ceza Dairesi, 2021/4492 E., 2021/20267 K. numaralı karara göre, sanığın usulsüz tebligatla yargılama konusu suça ilişkin savunması tespit edilmeden hakkında hükmün açıklanması ile mahkûmiyet kararı verilmek suretiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (Correia de Matos/Portekiz, No: 48188/99, 15.11.2001; Foucher/Fransa, No: 22209/93, 18.03.1997, P.36) kararlarında belirtildiği üzere sanığa kendini savunma hakkının tanınmaması suretiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesine, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesine ve CMK’nin 193. maddesine muhalefet edilerek savunma hakkının kısıtlanması, kararın bozulmasını gerektirmiştir.

30. Yargıtay 6. Ceza Dairesi, 2021/17204 E., 2021/20232 K. numaralı karara göre temyizde kural olarak maddi vaka denetimi, diğer bir ifadeyle sübut denetimi yapılamaz. Ancak, ilk derece mahkemesi ve son tahlilde istinaf mahkemesinin maddi vaka konusundaki kabulü akla, mantığa, ilme ve fenne aykırı ise bu durumda istisnaen maddi vaka yani sübut konusuna da girilebilir. Bir örnekle açıklamak gerekirse; ilk derece mahkemesi ve istinaf, sanığın mağdurun kendisine “hödük” demesine kızarak ona karşı kasten yaralama suçunu işlediğini kabul etmiş, bu sebeple sanık hakkında haksız tahrik altında kasten nitelikli yaralama suçundan verilen cezada indirim yapılmış ve katılan da “Ben ... hödük demedim. O nedenle haksız tahrik indirimi yapılmamalıydı” biçiminde bir gerekçeyle hükmü temyiz etmiş olsun. İlk derece ve istinaf mahkemesince hödük denildiğinin kabul edilmesi konusunun irdelenmesi bir maddi vaka denetimi yani sübut denetimi olup, kural olarak temyiz denetiminde bu konuya girilmemelidir. Ancak; “hödük” kelimesinin ne manaya geldiği, bu sözün haksız fiil teşkil edip etmediği, somut olayda tahrik hükümlerinin nasıl yorumlanıp, uygulandığı hususlarının denetlenmesi ise; hukuksal denetimdir ve temyizde yapılması gereken de budur. Mağdur temyiz dilekçesinde, “... doğuştan sağır dilsizim, bu sebeple hödük demem mümkün değil deyip, dilekçe ekinde de de buna dair sağlık kurulu raporu ibraz etmiş ise, bu kabul; akla, mantığa, ilme ve fenne aykırı olacağından artık vaka denetimi yapılabileceği düşüncesindeyiz.


31. Yargıtay 10. Ceza Dairesi, 2021/15900 E., 2021/14271 K. numaralı karara göre, sanık müdafiinin vekaletnamesinde kanun yollarından feragat yetkisinin bulunması ve dilekçe ile temyiz isteğinden vazgeçmesi nedeniyle hükmün incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

32. Yargıtay 10. Ceza Dairesi 2020/9069 E., 2021/14236 K. numaralı kararına göre, kovuşturma evresine geçilmiş olan ve basit yargılama usulü uygulanabilecek yargılamalarda, Anayasa Mahkemesi, 7188 sayılı Kanun’un geçici 5. Maddesinin 1-d bendinde yer alan "01/01/2020 tarihi itibarıyla kovuşturma evresine geçilmiş, hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalarda seri muhakeme usulü ile basit yargılama usulü uygulanmaz." hükmünü kısmen iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesinin anılan iptal kararının neticeleri itibarıyla maddi ceza hukukuna ilişkin olduğunun ve CMK'nin 251. maddesinin 3. fıkrasında yer alan düzenlemenin sanık lehine sonuç doğurabilecek nitelikte olduğunun anlaşılması karşısında, TCK'nın 7. maddesi ile CMK'nin 251. maddesi hükümleri gözetilmek suretiyle sanık lehine olan uygulamanın belirlenerek yerine getirilmesi ve gereği için dosyanın, "Basit Yargılama Usulü" yönünden yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması, nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir.

33. Yargıtay 6. Ceza Dairesi 2021/3803 E., 2021/20356 K. numaralı kararına göre, suça konu yerin müştekiye ait eklenti niteliğinde olmayan bir depo olduğu anlaşılmakla iş yeri niteliğinde bulunmadığı ve bu nedenle atılı suçun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, suça sürüklenen çocuğun beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.

34. Yargıtay 6. Ceza Dairesi 2021/3811 E., 2021/20351 K. numaralı kararına göre, cezanın alt sınırı dikkate alınarak, 5271 sayılı CMK’nin 150/3 ve 196/2. maddeleri uyarınca sanığa zorunlu müdafii atanması gerektiği gözetilmeden, sanık müdafiinin hazır bulunmadığı duruşmada savunmasının alınarak aynı Kanunun 188/1 ve 289/1-e maddesine aykırı davranılması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması, bozmayı gerektirmiştir.

35. Yargıtay 6. Ceza Dairesi 2021/5118 E., 2021/20387 K. numaralı kararına göre, sanığın, bahçe telini alarak kaçacağı esnada tanık İbrahim’in fark etmesi üzerine teli bırakıp kaçtığı gözetildiğinde; verilen temel cezadan aynı Kanunun 35. maddesi uyarınca teşebbüs nedeniyle yapılan indirim sırasında, sanığın kastının yoğunluğu ve suç yolunda katedilen mesafeye göre eylemin tamamlanma aşamasından hemen önce sonlanmasına göre asgari hadden veya asgari hadde yakın bir indirim yapılması gerekirken sanığın en lehine olacak şekilde 3/4 oranında indirim yapılarak eksik cezaya hükmedilmesi, bozmayı gerektirmiştir.

36. Yargıtay 6. Ceza Dairesi 2021/4765 E., 2021/20390 K. numaralı kararına göre, bina dahilinde bulunan otel odasında gerçekleştiğinin anlaşılması karşısında; sanığın, eylemine uyan 5237 sayılı TCK’nin 142/2-h maddesinde düzenlenen “… bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında…” değil de bunun, yerine TCK'nın 141/1. maddesinde düzenlenen basit hırsızlık suçu ile cezalandırılması bozmayı gerektirmiştir.

14. İHAM Ilıcak/Türkiye (no.2) başvurusunda (B. No: 1210/17), 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe girişiminden önce yazdığı yazılar ve attığı tweetler gerekçe gösterilerek tutuklanan Nazlı Ilıcak’ın, özgürlük ve güvenlik hakkı ile ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. Mahkeme, Ilıcak’ın anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ettiğine veya terör örgütüne üye olduğuna dair hiçbir somut delil bulunmadığını belirtmiştir.

15. İHAM, Filat/Moldova başvurusunda (B. No: 11657/16) milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasının görüşüldüğü meclis oturumunda konuşan savcının açıklamalarının, rüşvet ve nüfuz ticareti yapmaktan cezalandırılan Moldova eski Başbakanı ve Milletvekili Bay Filat’ın adil yargılanma hakkını ihlal etmediğine karar vermiştir. Mahkeme’ye göre savcının, Bay Filat’a ilişkin suçlamaları mecliste ifade etmesi, masumiyet karinesini ihlal etmemektedir.

16. İHAM, Sto?kowski/Polonya başvurusunda (B. No: 58795/15) işlediği suçların neden olduğu zararın karşılanması için arabası müsadere edilen başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Mahkeme müsadere işlemini tek başına ihlal sebebi olarak görmemiş olsa d, arabanın değerinin suçun verdiği zarardan çok daha yüksek olmasının, arabanın yıllarca satılamamasının ve açık otoparkta beklemesinden kaynaklı olarak çalışmaz hale gelerek değerini kaybetmesinin başvurucunun mülkiyet hakkını ihlal ettiğini tespit etmiştir.

17. İHAM, Ekimdizhiev ve Diğerleri/Bulgaristan başvurusunda (B. No: 70078/12) iletişim verilerinin gizli gözetimi, saklanması ve erişimi konusundaki keyfiliğe ve kötüye kullanıma karşı yasal güvencelerin yetersizliğinin özel yaşama saygı hakkının ihlali olduğuna karar vermiştir. Başvurucu iki avukat ve bağlantılı oldukları sivil toplum kuruluşları faaliyetlerinin, yasal mevzuatın buna imkân tanıması nedeniyle gözetim altına alınmaları ve yetkililer tarafından iletişim verilerine erişilmeleri riskini doğurduğunu iddia etmektedir. Mahkeme, yasal rejimdeki birtakım eksikliklerin Bulgaristan’daki gizli gözetim sisteminin işleyişi üzerinde fiili bir etkisi olduğu ve tekrar eden skandalların en azından kısmen yetersiz yasal güvenceler nedeniyle ortaya çıkan kötü niyetli uygulamaları beraberinde getirdiği tespitinde bulunmuştur. Bulgar yasaları “hukuk niteliği” şartını tam olarak karşılamamakta ve gizli gözetim sisteminin gerektirdiği “müdahale” demokratik toplum düzeninde gereklilik kriterini karşılamamaktadır. Yine Bulgar yasalarına göre, ülkedeki tüm iletişim hizmeti sağlayıcıları, belirli yasa uygulama amaçları için yetkililere sunmak amacıyla tüm kullanıcılarının iletişim verilerini altı ay boyunca saklamak zorundadır ve yetkililer bu verilere erişebilmektedir. İlgili düzenlemeler de aynı sebeple demokratik toplum düzeninde gereklilik kriterini karşılamamaktadır. İHAS m. 8 ihlal edilmiştir.

18. İHAM, Freitas Rangel/Portekiz başvurusunda (B. No: 78873/13) bir gazetecinin Parlamento Komisyonu oturumunda, tanınmış tüzel kişiler hakkındaki ifadeleri nedeniyle haksız ve orantısız bir mahkûmiyet ve yaptırım ile karşılaşmasının ifade özgürlüğünün ihlali olduğuna karar vermiştir. Başvurucu Portekiz’de tanınan bir gazetecidir ve Parlamento Etik, Toplum ve Kültür Komisyonu oturumu öncesinde, Portekiz’de medya ve ifade özgürlüğünün durumuyla ilgili olarak Hakimler Meslek Birliği ve Savcılar Meslek Birliği hakkında bazı ifadelerde bulunmuş ve tüzel kişiliği aşağılama suçuyla yargılanıp kendisi aleyhine tazminata hükmedilmiştir. Mahkeme’ye göre bir tüzel kişinin itibarının korunması, kişilerin itibarının veya haklarının korunması ile aynı güce sahip değildir. Ayrıca, seçilmiş bir temsilci olmasa da bir meclis komisyonu önünde görüşlerini sunan davetli bir uzman olan başvurucuya, meclis üyeleri için geçerli olduğu gibi yüksek düzeyde koruma sağlanması gerekmektedir. Bununla birlikte, Lizbon Temyiz Mahkemesi, Mahkeme'nin içtihat kriterlerini usulüne uygun olarak dikkate almadan veya ayrıntılı olarak incelemeden, kararını yalnızca derneklerin itibarına dayandırmıştır. Verilen cezanın mütevazi olmayan caydırıcı etkisinin yanı sıra, tazminat miktarları, derneklerin itibarına verilen herhangi bir potansiyel zararla orantısızdır. Yerel mahkemeler, başvurucunun ifade özgürlüğü hakkına yapılan müdahaleyi haklı çıkarmak için ilgili ve yeterli nedenler sağlayamamış ve kamu yararı tartışmalarına ilişkin sınırlamalara ilişkin olarak kendilerine tanınan takdir marjını aşmıştır. Ayrıca, başvurucunun hakkına getirilen kısıtlama ile izlenen meşru amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmamaktadır. İHAS m. 10 ihlal edilmiştir.

19. İHAM, Ivan Karpenko/Ukrayna başvurusunda (B. No: 45397/13), açık havadaki yürüyüşler sırasında veya diğer nadir durumlarda hücrelerinin dışında birbirlerini gören müebbet mahkumlarının, diğer hücrelerdeki mahkûmlarla herhangi bir temasının kalıcı olarak yasaklanmasının Sözleşme'nin 3. maddesini ihlal ettiği iddiasını değerlendirmiştir. Mahkeme’ye göre açık alandaki kısa bir yürüyüş dışında hiçbir aktivite imkânı olmayan başvurucunun hücresine kalıcı olarak kapatılması; söz konusu yasağın yeniden değerlendirme imkanı ya da keyfiliğe karşı güvenceler içermeksizin başvurucu hakkındaki müebbet hapis cezasına dayanarak otomatik olarak verilmesi ile başvurucunun sağlığının ve şikayetlerinin dikkate alınmaması insanlık dışı ve kötü muamele niteliğindedir, İHAS m. 3 ihlal edilmiştir. Başvurucu ayrıca kendisi hakkında uygulanan disiplin cezasına ilişkin itirazı hususunda hangi yerel mahkemenin yetkili olduğunun net bir şekilde belirlenememesi ve bu durumun yaygınlığı sebebiyle İHAS m. 3 ile birlikte İHAS m. 13’te düzenlenen etkili başvuru hakkının da ihlal edildiği iddiasında bulunmuştur. Tarafına sunulan benzer yöndeki içtihadı ve başvurucunun itiraz çabasının her seferinde yetkisizlik sebebiyle reddedildiğini kaydeden Mahkeme, etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

20. İHAM, Budimir/Hırvatistan başvurusunda (B. No: 44691/14), başvurucunun mesleki ehliyetinin iptali ve bunun sonucunda yaklaşık beş yıllık bir süre boyunca sertifikalı motorlu taşıt müfettişi olarak çalışamamasının; bu süre zarfında gelirsiz kalmasının ve hukuka aykırı bir şekilde ruhsatının iptali nedeniyle uğradığı zararın tazmin edilmemesinin özel yaşama saygı hakkının ihlali olduğu iddiasını incelemiştir. Mahkeme içtihadına göre, istihdamla ilgili anlaşmazlıklar kişinin özel yaşamının önemli bir parçası olup İHAS m. 8’in koruma alanı kapsamındadır. Mahkeme, başvurucunun şüphelenildiği suçla ilgili fiili sorumluluğu tespit edilene kadar kendisine herhangi bir çözüm sunulmamasının yanı sıra, tazminat talebinde bulunmak için etkili bir yasal çerçevenin sağlanmadığı kanaatindedir. Mesleki lisansının uzun süre geri alınmasının başvurucuda yol açtığı zararla ilgili olarak yetkililer, Sözleşme'nin 8. maddesinin kendilerine yüklediği pozitif yükümlülükleri yerine getirmemiştir. Başvurucunun özel hayatına saygı hakkını etkileyen bir hususa ilişkin kapsamlı bir değerlendirmenin yapılmaması, kabul edilebilir herhangi bir takdir marjı ile uyumlu değildir. İHAS m. 8’in ihlal edildiğine karar verilmiştir.

21. İHAM, Mukhametov ve Diğerleri/Rusya başvurusunda (B. No: 53404/18, 54006/18, 58730/18, 12604/19), tutuklu durumdaki başvurucunun aile ziyaretinin adli makamlarca reddedilmesinin aile hayatına saygı hakkının ihlali olduğuna karar vermiştir. Aile ziyareti taleplerinin reddine ilişkin kararların “devam eden bir durum” oluşturmadığı tespitinde bulunan mahkeme öncelikli olarak kararların her birinin ayrı müdahale örnekleri oluşturduğunu tespit etmiştir. Ayrıca, Anayasa Mahkemesi’nin aile ziyaretlerinin reddedilmesinin gerekçeli ve incelemeye açık olması gerektiği yönündeki kararının uygulanmadığını ve bu tür bir incelemeyi başlatmak için açık ve erişilebilir kuralların iç hukukta oluşturulmadığını kaydetmiştir. Mahkeme, birçok durumda, Rusya iç hukukunda yer alan Davalıların Gözaltına Alınması Yasası'nın 18. maddesinin, aile ziyaretleri konusunda ceza davasıyla ilgilenen makama koşulları tanımlamadan, sınırsız takdir yetkisi verdiği için hukuk kalitesi gerekliliklerinin gerisinde kaldığına karar vermiştir. Takdir yetkisinin kapsamını veya uygulanma şeklini tanımlamayan bir yasal hüküm, mahkûmları demokratik bir toplumda hukukun üstünlüğü uyarınca vatandaşların sahip olduğu keyfiliğe veya kötüye kullanıma karşı asgari düzeyde korumadan yoksun bırakmaktadır (Resin/Rusya, B. No: 9348/14, §§ 36-38). İHAS m. 8 ihlal edilmiştir. Buna ek olarak makul bir süre içerisinde yargılanma veya tutuksuz yargılanmak üzere salıverilme hakkı Sözleşme'nin 5 § 3 maddesi ile güvence altına alınmıştır. Mevcut davada, başvurucunun yargılama sırasındaki tutukluluk süresi bir yıl altı ay yedi gündür. Yerel mahkemeler başvurucunun tutukluluğunu uzatırken sürekli olarak suçlamaların ağırlığına ve kaçma veya adaleti engelleme olasılığına dayanmıştır. Mahkeme benzer olayları incelediği Dirdizov/Rusya (B. No: 41461/10, 27 Kasım 2012) ve Zherebin/Rusya (B. No: 51445/09, 24 Mart 2016) kararlarına atıfla ve mevcut şikâyetin esası hakkında farklı bir sonuca varmaya ikna edebilecek herhangi bir olgu veya argüman bulunmamasından hareketle konuyla ilgili içtihadını göz önünde bulundurmuş ve tutukluluk süresinin aşırı olduğu kanaatine ulaşmıştır. İHAS m. 5 § 3 ihlal edilmiştir.

22. İHAM, Kuzminas/Rusya başvurusunda (B. No: 69810/11) uyuşturucuya ilişkin bir ceza soruşturması kapsamında başvurucunun evinin “acil prosedür” uygulamasıyla hukuka aykırı bir şekilde aranmasının özel yaşama saygı hakkının ihlali olduğuna karar vermiştir. Otoriteler tarafından, bulunan deliller ve durumun aciliyeti sebebiyle mahkemeden arama emri almaya yönelik bir prosedürün beklenmesinin soruşturma kapsamındaki materyallerin kaybedilmesine sebep olabileceği gerekçesiyle aramanın haklı olduğu ileri sürülmüştür. Başvurucu, mahkemeye bildirimde bulunmakta gecikilmesi sebebiyle mevzuattaki yasal prosedürlerin de ihlal edildiğini ve yerel mahkemeler tarafından demokratik toplum düzeninde gereklilik değerlendirmesi yapılmadığını ileri sürmüştür. Mahkeme başvurucunun dairesinin aranmasının hukuka uygun olmaması ve etkin bir yargı denetimi de dahil olmak üzere makul ve yeterli güvencelerin yokluğu sebebiyle İHAS m. 8’in ihlal edildiğine karar vermiştir.

23. İHAM, Mukhin/Rusya başvurusunda (B. No: 3642/10) bir gazetenin genel yayın yönetmenliğini yürüten başvurucunun gazetede yer alan yayınlar sebebiyle haksız bir şekilde mahkûm edilmesinin ve aşırılık karşıtı yasalar kapsamında gazetenin medya kuruluşu statüsünün feshedilmesinin ifade özgürlüğünün ihlali olduğuna karar vermiştir. Aynı zamanda bazı seçilmiş yetkililerin kişisel sorumluluklarını sağlayabilmek amacıyla mevzuat değişikliğine yönelik kampanyalar yürüten ve kâr amacı gütmeyen bir örgütün kurucusu olan başvurucu, aralarında “Rusya’ya Ölüm!” başlıklı bir yazının da yer aldığı bir dizi metnin yayınlanması sebebiyle cezai kovuşturmaya tabi tutulmuş ve aşırılıkçılıkla mücadele mevzuatı uyarınca mahkûm edilmiştir. Temyiz başvurusu reddedilmiştir. Örgüt manifestolarından birine ilişkin “Oy verdiniz, yargılama hakkınız var.” başlıklı bir metin on yılı aşkın süredir gazetede yayınlanmaktadır ve gazete söz konusu metin sebebiyle iki aşırılık karşıtı uyarı almıştır. Mahkemeye göre başvurucunun belirli Devlet politikalarına katılmadığının tespit edilmiş olduğu kabul edilse bile, tek başına bu faktör, başvurucunun başkalarını hükümeti şiddet kullanarak devirmeyi veya ulusal güvenliği başka bir şekilde baltalamayı amaçlayan faaliyetlerde bulunmaya teşvik etme niyetini kanıtlamak için yeterli olmayacaktır. Ayrıca başvurucunun görev ve sorumluluklarını yerine getirme biçiminin Sözleşme’ye uygun olmadığı ya da hakkında uygulanan cezanın orantılılığı ikna edici bir şekilde ortaya koyulmamıştır. Hükümet, gazetenin, gazetenin değerlerine aykırı amaçlar peşinde koşan bir örgütün sözcüsü olarak kullanıldığını öne sürüyor gibi olsa da fesih işlemleri sırasında mahkemeler tarafından ilgili herhangi bir fiili veya hukuki tespit yapılmamıştır. Adli değerlendirmenin dar kapsamı, medya kuruluşu statüsünün feshedilmesini, yalnızca en az iki resmi ihtarın varlığından kaynaklanan otomatik bir sonuç haline getirmiştir. Mahkeme, müdahalenin izlenen meşru amaçlarla orantılı olduğunun ikna edici bir şekilde gösterilmediği sonucuna varmıştır. Her iki dava sürecinde de İHAS m. 10 ihlal edilmiştir.

24. İHAM, Samolyava/Rusya başvurusunda (B. No: 49108/11) başvurucunun emekli savcı olan eşi hakkında sürmekte olan ceza davasına ilişkin bir televizyon yayınında, başvurucunun adresini, vergi kimlik numarasını ve evlerinin iç görüntülerini de içeren bir rapora yer verilmesinin konuta saygı hakkının ihlali olduğuna karar vermiştir. Mahkeme süreçle ilgili değerlendirmesinde dört hususu dikkate almıştır: Kamuyu ilgilendiren bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı, başvurucunun ne kadar iyi tanındığı ve televizyon raporunun yayınlanmasından önceki davranışları, bilgi edinme yöntemi ve doğruluğu, televizyon raporunun içeriği, şekli ve sonuçları. Mahkeme, gelir bilgilerinin aynı kapsamda raporda yer almasına ilişkin şikâyetin ve iftira iddiasının yerel mahkemelerce gerekçeli reddinin, ifade özgürlüğü ve özel yaşama saygı hakkı arasında kurulan adil denge sebebiyle ihlal teşkil etmediği kanaatine ulaşmıştır. Evin iç görüntüleri de dahil olmak üzere diğer bilgilerin ifşası konusunda ise hukuk mahkemeleri ne yeterli bir inceleme de bulunmuş ne de yeterli gerekçe sunmuştur. Mahkemeye göre bilgilerin raporda yer almasının gerekliliği ortaya koyulamadığından söz konusu haklar arasında adil bir denge sağlanamamış ve konuta saygı hakkının yanı sıra (İHAS m. 8), adil yargılanma hakkı (İHAS m. 6) da ihlal edilmiştir.

37. Saruhanlı Sulh Ceza Hakimliği 28.12.2021 tarihinde vermiş olduğu kararda, sokağa çıkma yasağının ihlal edilmesi dolayısıyla verilen idari para cezasını kanunilik ilkesine aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle iptal etti. İlgili kararda, 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu uyarınca kesilen idari para cezasına konu edilen sokağa çıkma yasağı şeklinde bir tedbirin kanunda yer almadığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’na göre idari yaptırımlarda ilgili eylemin kanunda tarif edilmesi veya idarenin genel ve düzenleyici işlemi neticesinde belirlenebilir olması gerektiği ifade edilerek verilen idari para cezasının kanunilik ilkesine aykırılık oluşturduğu belirtilmiştir.

38. Kişisel Verileri Koruma Kurumu’nun Mağazalarda Alışveriş Sırasında İlgili Kişilere SMS ile Doğrulama Kodu Gönderilmesi Suretiyle Kişisel Verilerin İşlenmesine İlişkin Kamuoyu Duyurusunda aşağıdaki hususların önem arz ettiğine dikkat çekilmiştir:

Kişilerin telefonuna gönderilecek olan SMS’in amacının ne olduğu ve bu SMS ile iletilen kodun verilmesi halinde ne gibi sonuçlar doğuracağı hususunun, katmanlı aydınlatmanın bir gereği olarak ilk aşamada veri sorumlusunun mağazalarda yetkilendirdiği kişiler tarafından ilgili kişilere açık ve anlaşılır bir biçimde aktarılması, ayrıca aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilebilmesini teminen yine söz konusu SMS içeriklerinde de gerekli kanalların sağlanması,

Mağazalarda gerçekleştirilen alışverişler ile ilgili ödeme esnasında ilgili kişilere SMS ile doğrulama kodu gönderilerek üyelik sözleşmesi, kişisel verileri işleme izni, ticari elektronik ileti onayı vb. birbirinden farklı işleme faaliyetlerinin tek bir eylemle gerçekleştirilmesine yönelik uygulamalara son verilmesi, söz konusu işleme faaliyetlerine yönelik seçenek sunulmak suretiyle ayrı ayrı açık rıza alınması,

Bunun yanı sıra, veri sorumlularınca açık rıza alınması ve aydınlatma yükümlülüğü işlemlerinin birlikte gerçekleşmesine neden olabilecek durumlardan kaçınılması,

Ticari elektronik ileti gönderimi için açık rıza alınmasını teminen SMS doğrulama kodu gönderilmesine yönelik bir uygulamaya gidilmesi halinde ise söz konusu işlemde alınacak açık rızanın tüm unsurları kapsaması.

39. İsveç Hükümeti, yeni elektrik zammının ardından ekonomik olarak etkilenen vatandaşlara sosyal devlet ilkesi gereğince 220 dolar yardım yapılacağını açıkladı.

40. Gazetecilerin basın kartına erişiminin İletişim Başkanlığı denetimine tabi olmasının keyfiliğe kapı araladığı gerekçesiyle ve basın kartı başvurusunun işleme alınmaması sebebiyle açılan davada, Ankara 14. İdare Mahkemesi “telafisi güç zararlar meydana gelebileceği” gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı verdi.

41. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Allah’ın sıfatlarından olan âlânın bir alkol markasında kullanılamayacağı” iddiasıyla İstanbul Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi'nde Mey İçki Sanayi ve Ticaret A.Ş. aleyhine açtığı dava, Mahkeme tarafından reddedildi.

1. İHAM, ev içi şiddete maruz bırakılan başvurucular tarafından yapılan Turnikova ve Diğerleri/Rusya başvurusunda (B. No: 55974/16, 53118/17, 27484/18, 28011/19) devam eden yapısal sorun nedeniyle ev içi şiddet mağdurlarının korunmasına yönelik yeterli tedbirlerin alınmaması ve etkin bir soruşturma yürütülememesinin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerin ihlali olduğuna; ev içi şiddetle mücadeleye yönelik mevzuatın kabul edilmemesinin ve herhangi bir koruyucu önlemin sağlanmamasının kadınlar üzerindeki ayrımcı etkilerinin yaşam hakkının ayrımcılık yasağı boyutunun ihlali niteliğinde olduğuna karar vermiştir. Sistematik olarak ev içi şiddete maruz bırakılan başvurucu Tunikova, kendisini balkondan aşağı atmaya çalışan partnerini bıçaklamış ve hayatta kalmaya yönelik bu öz savunma eylemi neticesinde yargılanarak ceza almıştır. Partnerinin şiddet eylemleri ile ilgili şikayetleri ise reddedilmiş ve duruşmaya geç kalması dayanak gösterilerek şikayetini geri çektiği sonucuna varan hakim tarafından takipsizlik kararı verilmiştir. Eşi tarafından uzun yıllar boyunca çocuğunun da şahit olduğu zamanlarda fiziksel şiddete maruz bırakılan başvurucu Gershman’ın şikâyeti ve suç duyuruları reddedilmiştir. Mahkeme’nin ret gerekçeleri arasında, vücudundaki izlerin “başvurucunun kendi kendisini yaralamış olması” sonucunda oluşmuş olma ihtimaline dair iddiası yer almaktadır. Başvurucu Petrakova’nın sekiz yıl boyunca kendisini fiziksel şiddete maruz bırakan eşi hakkındaki şikayetleri; suçun şikâyete bağlı oluşu, af kararıyla takipsizlik, suçun hukuki nitelendirilmesinde hata ve zamanaşımı gibi sebeplerle sonuçsuz bırakılmıştır. Başvurucu Gracheva, boşanma kararının ardından kendisini şiddete maruz bırakan, ölümle tehdit eden, takip eden, özgürlüğünden yoksun bırakan ve pasaportuna el koyan eşi hakkında polise başvurmuş; yetkili polis kendisine “eşinin aşkını gösterme biçiminin bu olduğu” gerekçesiyle şikayetini geri çekmesi tavsiyesinde bulunmuştur. Şikayetinden yaklaşık iki ay sonra başvurucu, eşi tarafından kaçırılmış ve elleri kesilmiştir. Fail erkek, 14 yıl hapis cezası ile cezalandırılmış; görevini ihmal eden polisler hakkındaki soruşturma başlatılması talebi reddedilmiştir. Mahkeme, yerel mevzuatta ev içi şiddet tanımının ve yeterli usuli ve maddi düzenlemeler ile koruma tedbir biçimlerinin yer almamasının İHAS m. 3 kapsamındaki yasal mevzuat oluşturma yükümlülüğünü ihlal ettiğine karar vermiştir. Ayrıca, yetkililerin gerekli eğitimi almamış olması, soruşturma başlatmak gibi önleyici faaliyetlerde bulunulmaması ve eylemsizlik hali sebebiyle farkında olunan kötü muamele riskini önleme yükümlülüğü ihlal edilmiştir. Yetkililer kendilerine bildirilen her olayda soruşturma ve kovuşturma başlatmaktan yetersiz gerekçeler ile kaçınmıştır. Devletin, başvurucuların maruz bırakıldığı kötü muameleyi soruşturmaktaki başarısızlığı sebebiyle etkili bir soruşturma yürütme yükümlülüğü ihlal edilmiştir. Buna ek olarak Mahkeme, Rusya hakkındaki daha önceki kararlarına da atıfta bulunarak ev içi şiddete maruz bırakılan kadınların devlete başvurduklarında karşılaştıkları sistematik sorunlar, yasal mevzuatın kabul edilerek bu sorunların giderilmeyişi ve yapısal bir önyargının varlığı sebebiyle ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Sözleşme’nin 46. Maddesi kapsamında da belirli değerlendirmelerde bulunan Mahkeme, toplumsal cinsiyete dayalı şiddetle mücadele kapsamında tüm devlet aktörlerini kapsayan çözümler geliştirme; toplumsal cinsiyete dayalı şiddet biçimlerini yasal mevzuatta tanımlama, suç olarak düzenleme ve caydırıcı cezalar öngörme; re’sen soruşturma sorumluluğunu mümkün kılma gibi birtakım hususların, tespit edilen ihlali gidermek için gerekli olduğunu hatırlatmış ve Hükümet’e bu yönde bir eylem planı hazırlama davetinde bulunmuştur.

2. İHAM, Women’s Initiatives Supporting Group ve Diğerleri/Gürcistan başvurusunda (B. No: 73204/13, 74959/13) 17 Mayıs Uluslararası Homofobi Karşıtlığı Günü’nde organize edilen barışçıl eylem esnasında kolluk kuvveti ve yetkililerin vuku bulan homofobik ve transfobik saldırıları engellememesi sebebiyle 27 başvurucunun şikâyeti üzerine, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele yasağı, toplanma özgürlüğü ve ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar vermiştir. Yetkililer saldırı riskinin farkında olmasına rağmen öncesinde hiçbir önleyici edimde bulunmamış ve eylem esnasında gerçekleşen şiddet eylemlerine bilfiil göz yummuştur. LGBTİA+’ların barışçıl toplanma özgürlüğünü kullandıkları esnada karşılaştıkları önyargıyla motive edilen bireysel eylemlere yetkililerce göz yumulması, nefret saikli kötü muamelenin soruşturulmaması, eylemin ilerleyişinin sağlanması yönündeki pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmemesi ve yetkililerin başvuruculara koruyucu değil, engelleyici bir tavırla yaklaşması sebebiyle İHAS m. 3, 11 ve 14 ihlal edilmiştir.

3. İHAM, Genderdoc-M ve M.D./Moldova Cumhuriyeti başvurusunda (B. No: 23914/15) özel bir kişi tarafından gerçekleştirilen saldırının homofobi saikli bir nefret suçu olup olmadığı konusunda etkili soruşturma yapılmamasını kötü muamele yasağı ve ayrımcılık yasağı kapsamında değerlendirmiştir. Başvuruya konu olayda, birinci başvurucu olan derneğin, hakkında ayrımcılık yasağını ihlal ettiği gerekçesiyle şikâyette bulunduğu M. homoseksüellerin %92’sinin HİV ile enfekte olduğunu ve eğitim, tıp, kamu gıda kurumu gibi alanlarda istihdam edilmelerinin tehlikeli olduğunu kamuya açık bir açıklamada dile getirmiştir. Savcılık söz konusu açıklamanın suç teşkil etmediği gerekçesi ile soruşturma başlatmayı reddetmiştir. Mahkeme, bir derneğin, Sözleşme'nin 34. maddesi uyarınca, kendi adlarına Mahkeme'ye şikâyette bulunabilecek bireysel üyelerinin hak ve özgürlüklerini etkileyen eylem veya ihmallerinin mağduru olduğunu iddia etmesine izin verilemeyeceğine dikkat çekmiş ve birinci başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

İkinci başvurucu, homoseksüel olduğu için sokakta yürürken 12-14 kişilik bir grubun sözlü ve fiziksel saldırılarına maruz bırakılmış, saldırı anının internette paylaşılması üzerine kendisini bu video üzerinden tanıyan A.P. tarafından “pedofili” vb. ifadelerle fiziksel şiddete maruz bırakılmıştır. A.P. hakkında ceza soruşturması başlatılması talebi, savcılık tarafından reddedilmiştir. Mahkeme yetkililerin, ikinci başvurucuya yönelik saldırıyı soruşturmak konusunda usuli yükümlülüklerini yerine getirmediğini ve şiddet eyleminin ayrımcı saikinin ortaya çıkartılması için çabalamadığını tespit etmiştir. Mahkeme’ye göre böylesi bir soruşturmanın yokluğu, Devletin ayrımcılıkla mücadele politikasına olan kamu güvenini zedelemektedir. Mahkeme, Sözleşme'nin 14. maddesi ile bağlantılı olarak 3. madde kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

4. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu, erkekler tarafından öldürülen kadınlarla ilgili 13 yıllık istatistiğini paylaştı. Verilere göre, 2021 yılında 367 kadın erkekler tarafından toplumsal cinsiyete dayalı şiddet sebebiyle öldürüldü.

5. Hayatta kalabilmek için kendisini uzun yıllar boyunca şiddete maruz bırakan erkeği meşru müdafaa kapsamında öldürmek zorunda kalan Çilem Doğan hakkındaki 15 yıllık mahkûmiyet kararına yapılan itiraz, Yargıtay tarafından reddedildi. Hayatta kalabilmek için kendisini sistematik cinsel saldırı ve şiddete maruz bırakan Nurettin Gider’i öldürmek zorunda kalan Nevin Yıldırım hakkındaki müebbet hapis cezası Yargıtay tarafından onandı.

6. Sağlık hakkının pozitif yükümlülük boyutu ve sosyal devlet ilkesi gereğince ücretsiz bir şekilde erişilmesi gereken HPV aşısına erişimdeki zorluklar dile getirilir ve mevcut durumda ödenmek zorunda olunan 2.085 TL ücretin geri ödeme kapsamına alınması yönündeki talepler sürerken Sağlık Bakanlığı tarafından Serviks Kanseri Farkındalık Ayı kapsamında erken teşhisin önemine ilişkin uyarılarda bulunuldu.

7. Taliban yönetimindeki Afganistan’da Erdemi Teşvik ve Kötülükleri Önleme Bakanlığı tarafından, örtünmeyen kadınların araçlara alınması ve kadınların bir erkeğin refakatçiliği olmaksızın tek başlarına uzun seyahatlere çıkması yasaklandı.

8. KADAV tarafından hazırlanan Kadınların İstihdam ve Emek Deneyimlerine Bakış isimli rapora göre Covid-19 salgını sürecince kadın istihdamı %26’ya gerilemiş durumda ve kadın işsizliği tüm işsizlik türleri arasında en üst sırada yer almakta.

9. Trans kadın Hande Buse Şeker’i öldüren polis memuru Volkan Hicret’in yargılandığı dava, Adli Tıp Kurumu’ndan beklenen rapor ve süren Emniyet müzakereleri sebebiyle 04.04.2022 tarihine ertelendi.

10. Google tarafından hazırlanan çeşitlilik raporuna göre siyah kadın istihdamı %1,8 oranında.

11. Dünyanın en büyük, genç LGBTİA+’lar için çalışan intiharı önleme ve kriz müdahalesi örgütü The Trevor Project tarafından 10.01.2022 tarihinde paylaşılan rapora göre trans karşıtı politikaların yaygınlaşması sebebiyle trans ve nonbinary gençlerin %85’inin ve diğer LGBİA+’ların %66’ının mental sağlığı kötüleşmiş durumda. Ayrıca rapora göre hormona erişimin sağlanması intihar riskini büyük oranda azaltmakta.

12. Yeni düzenlemelerle birlikte Philedelphia’daki trans ve nonbinary öğrenciler, Öğrenci Bilgi Sistemi’ne bildirim ile ya da online kayıt yoluyla cinsiyet kimliklerini okul kayıtlarında güncelleme imkanına sahip.

13. Birleşik Krallık Supreme Court tarafından cinsiyet nötr pasaport kullanımı amacıyla pasaporttaki cinsiyet hanesinin “X” olarak değiştirilmesine yönelik başvuru reddedildi.

14. Uzman Çavuş Musa Orhan’ın İpek Er’i cinsel istismara maruz bırakarak intihara sürüklemesi sebebiyle yargılandığı davada hakkında hükmolunan iyi hal indiriminin gerekçesinin “sanığın geleceği üzerindeki etkinin nazara alınması” olduğu açıklandı.

15. 2021 İstanbul LGBTİA+ Onur Yürüyüşü hakkında 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet iddiasıyla altı ayrı dava açıldı.

16. İnsan hakları hukuku açısından işkence niteliğinde olduğu kabul edilen ve LGBTİA+’ları “tedavi etme” iddiasıyla uygulanan “onarım terapisi” Fransa’da yasaklandı.

17. Norveç, Belçika, Portekiz ve İrlanda’nın ardından İsviçre’de de nüfus kayıt ofislerine yapılan kişisel bir beyanla cinsiyet kimliğinin hukuken değiştirilmesini mümkün kılan düzenleme kabul edildi.